Yazar Murat Belge: En çok masumiyeti kaybettik

1 Eylül 2010, Çarşamba

Yazar Murat Belge: En çok masumiyeti kaybettik

15 Temmuz 2007

Mustafa Kuleli / BGHA

mustafakuleli@evrensel.net

Yazar Murat Belge ile meyhane kültürünü ve edebiyatçıların meyhanelere olan düşkünlünü konuştuk. Belge’ye göre, toplumda hem masumiyet, hem de hoşgörü kaybı var

“Sait Faik öykülerinde gördüğümüz yahut Orhan Veli şiirinde kokusunu aldığımız o İstanbul artık yok” diyor Murat Belge. O eski İstanbul günden güne yok olurken, kentin tüketim ve eğlence pratikleri de değişiyor. Entelektüellerin mey sofrası etrafında toplanıp sohbet ettiği meyhanelerin yerini “entel bar”lar alıyor. Orta halli insanların hâkim olduğu İstanbul kültürü değişiyor.

Meyhane nasıl bir yerdir?

Bizim Türkiye kültüründe veya genel olarak Akdeniz kültüründe sınıflar birbirinden çok kopuk yaşamazlar. Kent sınıflara göre ayrışmaz. Fakir de orta halli de zengin de hep aynı yerlerde oturur. Onun için hep bir alışveriş vardır. Meyhane de biraz böyle bir yerdir. Biraz da hani rint denilen, kalender, hayatta fazla titizlenmeyen, karşısına çıkan şeyleri mesele etmeyen, daha rahat insanların çoğunlukta olduğu bir yerdir meyhane.

Kimler gider meyhaneye? Sofrada neler konuşulur?

Orada genellikle orta halli memurlar olur. Öncelikle işlerindeki servisin şefinden filan bahsederler. O bilmem ne demiştir de, O da ona bir laf geçirmiştir, şef mahvolmuştur. Sonra takım, futbol, maç konuşulur. Epeyce bir içip gevşedikten sonra kadınlar falan gibi konulara da gelinebilinir. O da yine işte olan bir şeydir. Daktilocu kadın Fahrinüsa vardır. O, ona fena halde bakıyordur ama O yüz vermiyordur. Arada alınganlıklar olur. “Sen bana öyle nasıl yaparsın lan!” falan gibi bir diyaloglar yaşanır. Sonra barışılır.

Yalnızca bu kadar mı? Daha “derin” meseleler konuşulmaz mı?

Çok fazla konuşacak konusu olmayan insanlardır müdavimler. Hayatlarının bir tür uzantısı olarak oraya giderler. Sınırlı hayatlar yaşayan, sınırlı konuları olan insanların büyük ölçüde gene o konularını bıkmadan usanmadan ısıtıp tükettikleri mekândır. Orta halli kesim böyle bir muhabbet yaşardı meyhanede. İçkinin etkisi altında insanlar biraz açılıp saçıldıklarından hikâyeleri daha bir ortaya çıkabilir meyhanede. Sıradan insanların aslında o kadar da sıradan olmayan anlarının ortaya çıkabildiği bir yer meyhane.

EN ÇOK MASUMİYETİ KAYBETTİK
Bugüne doğru gelirsek, meyhaneler nasıl bir değişim geçirdi?

1950’ler 60’lar arasında İstanbul nüfusunun önemli bir oranını oluşturan gayrı müslimler gittiler. Şehir hayatıyla ilgisi ve İstanbul hayatına dair bilgisi olmayan çok sayıda insan geldi. Bütün bunlardan sonra o eski gelenekler falan büyük ölçüde unutuldu. Bugün gençliğimde meyhanede yediğimiz mezeler bulunmuyor. Mesela sarma diye kokoreç malzemesinden yapılan ama böyle tencerede pişirilen, dereotu ve taze soğan ile yapılan şey artık yok. Çiroz kalmadı mesela. Uskumru kalmadığı için şimdi istavritten yapılan çiroz bir şeye benzemiyor. Ramazan ayında en azından meyhanelere gelmiyor insanlar. Ramazan’da artık oruç mu tutuyorlar ne yapıyorlarsa evlerinde…

Bugünün meyhanelerinde az önce bahsettiğimiz meyhane kültürü devam ediyor mu?

O eski meyhane kültürü, o eski orta halli insanların egemen olduğu İstanbul kültürü büyük ölçüde değişti. Sait Faik öykülerinde gördüğümüz yahut Orhan Veli şiirinde kokusunu aldığımız o İstanbul artık yok. Gelişmeler de, zenginleşmeler de var ama arada kaybedilenleri de görmek gerek…

Nedir kaybedilenler?
Kaybedilen başlıca şey safiyet. Eskiden herkes daha masumdu…
Türk edebiyatında rakı kültürü, meyhane kültürü önemli bir yer edinmiştir. Bu durumun nesnel bir temeli var mı?

Şair, çok erken dönemlerden itibaren meyhanede çokça vakit geçiren biridir. Divan şiirinin başlıca temalarından biridir mey sofrası. Bu bazen bahçede kurulur, bazen kapalı bir mekânda kurulur. Kimisi der ki bu aslında bir semboldür. İnsanı tasavvufi bir alem içinde yaradana götüren coşku, içkinin verdiği cezbe ile o metafor ile anlatılmıştır. Muhtemelen doğrudur ama onun sadece metafor olduğunu sanmıyorum. Metafor marka bir rakı vardıysa o tarihlerde tabii başka. (Gülüyor)

EDİP CANSEVER’İN TEK EĞLENCESİ MEYHANEYE GİTMEKTİ
Edebiyatçıların içkiye olan ilgisi nereden kaynaklanıyor?

Edebiyat ve sanat ile uğraşan insanlar öteden beri içkiyle daha bir içli dışlıydılar. İçki insanın dünyaya bakışına değişiklik getirir. Şair de öncelikle o değişikliğe ihtiyacı olan insandır. Biraz değişik anlattığın zaman zaten şair olursun. Mesela Edip Cansever’in Kapalı Çarşı’da dükkânı vardı ama işin hepsini ortağına bırakır, kendi üst katta oturup şiirlerini yazardı. Ben de okuldan çıkıp ona uğrardım. Birlikte Refik’e Yakup’a giderdik. Edip Cansever “Hayatta eğlencen nedir?” dediğin zaman “Meyhaneye gitmek” derdi. Başkaca bir bildiği yoktu. Pek çok insan da böyleydi.

Peki, ne oldu da entelektüeller uzaklaştı meyhanelerden?

70’lerde bar kültürü gelişmeye başladı. Mesela Papirüs gibi barlar 70’lerde ilk olarak açıldı. Bizim yazar-çizer erbabı da meyhaneleri yavaş yavaş terk edip ha bire modaları değişen barlara gitmeye başladı. Bunu bir dönüm noktası olarak almak mümkün. Daha önce Orhan Veli, Sait Faik vs. o kuşakların hayatı Kurdun Meyhanesi, Lambo’nun Meyhanesi hep bu mekânlarda geçti. Daha sonraki kuşaktan ise “Ece’ye mi gidiyorsun?”, “Papirüs’ten mi geliyorsun?”, “Arif’in oraya mı gidiyorsun?” laflarını duyduk.

Son olarak; “Rakı kişilikli bir içkidir” diyorsunuz. Bunu biraz daha açabilir miyiz?

Bizim Türkiye’de rakı içiyor oluşumuz bana hep bir ayrıcalık gibi gelir. Bir de rakı kültürü içinde meze kültürü de olduğu için bitkiler ve hayvanlar aleminin bir takım köşelerinden alınma bir takım lezzetler tadarız.. Rakı bunlarla gidiyor. Sanki şarapta yemek daha belirleyici. Yani “bunu yerken, onun yanına şunu içeyim” diyorsun. Ama rakı daha belirleyici bizim Akdeniz sofrasında. Orkestra şefi adeta. Sofraya rakıyı koyduğun zaman hangi sazların çalacağı ona göre belirleniyor. (BGHA)

“EDİP CANSEVER’İN ŞİİRİNDE İNSANIN BURNUNA RAKI KOKUSU ÇARPAR”
İçinde meyhanenin ve rakının olduğu eserler deyince…

Sait Faik’de ve o kuşakta bu çok vardır. Edip Cansever’in şiirinde adeta rakı kokusu burnuna çarpar. Cemal Süreyya’nın çeşitli mısralarından bilirsin ki bu adam meyhaneyi bilen bir adamdır. Turgut Uyar desen gene öyledir. Meyhane, o kuşakların hayatının önemli bir parçasıdır.

“HOŞGÖRÜ ARTMIYOR, AZALIYOR”
Sancar Mağruflu bir yazısında aktarmıştı: İzmir Kemeraltı’nda Bahar Meyhanesi, kapısına “Ramazan münasebetiyle sahura kadar açığız” yazarmış. Bu biraz da hoşgörü isteyen bir şey. Bu bağlamda nereye geldi Türkiye?

Şimdi bu kalabalıkta dindar olanların koyduğu yazılı veya yazısız kuralları uygulamak daha fazla tutulan yol oluyor. O bakımdan hoşgörünün artmasını beklerken galiba biraz tersiyle karşılaşıyoruz.

“ŞARAP VE RAKI İÇEN AYNI MASADA OTURMAMALI”

Benim bir ahbabım vardı, Necmi Baba derdik. Fenerbahçe’de denizde dört kazık üstüne ev yapmıştı. Komplike bir yapı idi. Asma köprü tertibatıyla onu çalıştırırdı. Bir gramofonu ve belki iki üç bin tane taş plağı vardı. Orası akşam ahbaplarıyla içki içmek için kaçtığı bir yerdi. Bize şöyle derdi: “Şarabın fikri başka, rakının fikri başka. Aynı masada bunlar oturmamalı. Çünkü bunları içenler dünyaya başka türlü bakıyorlar.”

(Bu haber 15 Temmuz 2007 tarihinde BirGün Gazetesi'nde yayımlanmıştır)

Toplam Yorum: ...
captcha
Resimde gördüğünüz harfleri yukarıdaki alana giriniz