“Emekçilerin haber olması artık çok daha zor”

1 Eylül 2010, Çarşamba

“Emekçilerin haber olması artık çok daha zor”

02 Temmuz 2007

Mustafa Kuleli / BGHA

mustafakuleli@evrensel.net

“Piyasalar memnunsa ekonomi iyidir” anlayışı tüm ekonomi sayfalarına hâkim olmuşken insan odaklı bir bakış açısı gerekiyor

“Çalışma Yaşamı“sayfaları artık yok. Gazetelerde emekçilerin hayatına, çalışma koşullarına dair bir haber bulmak neredeyse imkânsız. Borsa ve piyasalarla ilgili haberler ekonomi sayfalarının tek unsuru. Hal böyleyken 1966'dan beri Cumhuriyet Gazetesi’nde işçi hakları, eğitim ve sağlık haberleri yapan; gazetecilikten daha yoğun olarak sendikalar, meslek örgütleri ve siyasi partilerin etkinliklerine katılan Şükran Soner ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Emekçileri, ekonomi sayfalarını, güncel ekonomik ve siyasi gelişmeleri konuştuk.

Çalışan insanlar, emekçiler ekonomi sayfalarından nasıl yok oldu? Ve neden borsa ve piyasalar bu sayfaların tek hâkimi oldu?

60’lı yıllarda hak arama etkinlikleri, direnişler, grevler, toplusözleşmeler, işten çıkarmalar hep haberdi. Çünkü toplumsal bir kabul vardı. Patronlar bile “eğer demokratik bir ülke olacaksak, sendika olmalı” diye düşünüyordu. Renkli gazeteler bile bunların haberini yapıyordu. DİSK’in özel sektörde sendikalaşması başlayınca, sermaye bundan rahatsız oldu. 12 Mart, işverenlerin toparlandığı, işçi sendikalarının ise moral değerlerini yitirdiği, zayıfladığı bir süreçti. Zaten bakarsanız 1963’ten 1972’ye kadar reel ücretlerin hep arttığını görürsünüz. Ayrıca çalışma şartları da iyileşmiştir. 12 Mart’tan 1980’e kadar yine bir iyileşme söz konusu. 12 Eylül ise işveren isteklerinin hemen hemen tümünün anayasa ve yasalara girmesidir. 24 Ocak kararları uygulanabilsin diye 1980’de demokrasi rafa kaldırılmıştır.12 Eylül’den sonrası zaten malum. Ama tüm dünyada da benzer bir süreç yaşandı. Türkiye hem küreselleşmeyi hem 12 Eylül’ü beraber yaşadığı için bu süreci çok daha zor geçirdi. Emek hareketi geriledi ve gündemden düştü. Toplumsal kabul de ortadan kayboldu.

Bugün emek hareketi derlenip toparlanırsa, medyanın gündemine girebilir mi peki?

Toplumsal değerler de önemli bu noktada. Artık çok şey değişti. 80 öncesinde sermaye sosyal devleti tanıyordu. Bugün ise “sosyal devlet” ilkesi kabul edilmiyor. Piyasalar kutsanıyor. İnsan için ekonomi algılamasından radikal bir kopuş yaşadık. İçinde üretimin olmadığı “vahşi emperyal kapitalizm”i yaşıyoruz tüm dünyada. Artık piyasalar ekonomiyi belirliyor. Dolayısıyla emekçilerin haber olması artık çok daha zor.

Ekonomi sayfalarında borsa ve piyasalara neden bu kadar geniş yer ayrılıyor? Piyasalar memnunsa ekonomi iyidir gibi bir anlayış hâkim durumda. Sanki herkesin borsada kâğıdı veya dövizi varmış gibi… Hâlbuki cebinde beş dolar bile yok böyle düşünenin. Medyatik algılama böyle işliyor.

Ekonomiyi başka türlü yorumlamak mümkün değil mi? Piyasalar ve yabancı sermayeye endeksli analizler tek yol mu?

Benim iktisatçılar haftasında dinlediğim ekonomi, başka türlü bir ekonomiydi. İşveren örgütlerinin en basit kongresini bile canlı yayınlayan basın bunları izlemedi bile.

“YOKSULLAŞMA VE YOKSUNLAŞMA SIĞINMA DUYGULARINI DEĞİŞTİRİYOR”
Ana akım siyasi partilerin ekonomi programları arasında bir fark var mı?

Ekonomiyi algılama farkı olması çok zor. Onlar da sermayenin baktığı yerden bakıyor. Genel değerler egemen olmuş durumda tüm siyasi partilere. Mecliste olan ve ne kadar sol olduğu tartışılan partiye bakalım. Onun ekonomi bültenleri birkaç iyi ekonomist sayesinde doğru dürüst bilgilerle çıkıyor. Ama o yayınlarla gitgide yoksullaşan insanların hatta kendi üyelerinin bile ne kadar ilgilendiği tartışılır.

Bu bir illüzyon mu? Sürekli ekonomi iyi dendiği için mi biz ekonomi iyi zannediyoruz?

Elbette. Bakın şimdi AKP’nin “olmazsa olmaz” konumu değişince, ekonomi yorumları da değişti. “Dünyada çok para vardı, bize de çok para geldi ama Brezilya bizden %20 fazla aldı, biz az almışız” denmeye başladı. Veyahut “Bizim milli gelirimiz arttı ama bizim durumumuzdaki diğer ülkelerin daha çok arttı” denmeye başladı.

Sol / sosyalist partilerin programlarına baktığınızda özellikle ekonomi alanında ciddi bir açılım görebiliyor musunuz?

Aslında ekonomi modeli bakımından marjinal parti yok Türkiye’de. Yoksullaşma ve yoksunlaşma kitlelerdeki sığınma duygularını değiştiriyor. Bu kitlelerde yükselen dinci ve ırkçı akımlar, sol ideolojinin ve partilerin, sosyal devletin, sendikaların olmamasından kaynaklanıyor.

Sol partilerin; EMEP’in, ÖDP’nin, TKP’nin ciddiye alınır bir ekonomi programı yok mu?

Valla çok da uğraştıklarını söyleyemeyeceğim. Panellerde, toplantılarda uğraştılar da farklı, orijinal, bu çağa uygun bir arayış biraz vitrinde kaldı.

Şu an seçeneksiz miyiz yani?

Çok. Hem de bütün dünyada. Koşullar çok farklı olsa da ben her şeyin çok paralel olduğunu düşünüyorum. Tüm dünyada, evrensel değerlerin kenara atılmasını ve köylüleşmeyi beraberinde getiren vahşi bir geçiş süreci yaşıyoruz bence.

Buna “yeni ortaçağ” süreci ya da “ortaçağ’a dönüş” desek çok mu abartılı bir yorum olur?

Hayır, hiç abartılı olmaz. Ben bilim-kurgu filmlerinin geçek olduğunu düşünüyorum. O filmlerde çok az sayıda insan, çok özel koşullarda korumalı bir yerde yaşıyor, diğerleri için yaşam hakkı yok. Onlar ormanda, tekrar maymunlaşmış bir şekilde yaşarlar. Bugün Afrika’ya baktığımızda farklı bir durum mu var.

Bu süreçte emek nereye, sermaye nereye gidiyor? Bu geçiş döneminin ne zaman biteceğini kestirebiliyor muyuz?

Kestiremiyorum. İnsanlığın nereye gittiği ile alakalı. Yani insanlık, kendi kendini yok etmeye boyun eğecek mi yoksa insanlık adına standartlar yukarı mı çekilecek? Küreselleşme ideolojisinin tezi var ya, hani Murat Belge’nin de iddia ettiği gibi; “İnsanlar zenginleşecek, Avrupa’nın uygarlığı dünyaya yayılacak” işte böyle bir şey olmadı. Tam tersine Avrupa’nın uygarlığı, beğenmediğimiz Amerika’nın standartlarına geriledi, Amerika çok daha kötü bir duruma geldi. Demokrasi, demokrasi olmaktan çıktı. Bugünün gerçeği zenginliğin çok az yerde toplanması, kitlelerin de düzen dışına itilmesi. Uygarlığın nimetlerinden insanlık yararlanıyormuş gibi gözüküyor ama tersine bir şey var.

“KENDİNİ ŞİRKETE ADAMIŞ İNSAN TİPİ REVAÇTA”

Beyaz yakalıların durumu ne? Çalışma şartları açısından yakalar gitgide mavileşiyor galiba...

Onlarla şirketlerin birebir ilişkisi olduğu için, onlarda kimlik erozyonu işçilerden daha vahim durumda. İşverene daha yakın olduklarından, onlar baskıyı daha önce hissediyor. Örneğin bir mimarın, mimari açıdan sakıncalı bir projeye imza atmama imkânı var mı? Maliyet düşürme ile ilgili işverenin dayatmasına hayır deme şansı var mı?
“Para kazandırma” kültürü mü bu?

Tekeller artık ‘yuppie’leri (genç, kentli profesyoneller) de beğenmiyor. Çünkü ‘yuppie’lerin de yüksek ücret gibi, tatil gibi talepleri var. Şimdi revaçta olan kendini şirkete adamış insan tipi. Yani İngilizce kısaltmasıyla “Yettie”. (young, entrepreneurial, tech-based twenty-something / genç, girişimci, teknoloji temelli, 20’li yaşlı) Bu insanların tatil algılaması yok, bunlarda aşk yok, güzel yaşamak yok, hasta olmak yok. O markaya bağımlı. Holdingine tapıyor.

Peki, beyaz yakalılar kendini emekçi olarak görüyor mu?

Hayır, kesinlikle hayır.

Bu şartlar altında neden “sınıf bilinci” oluşmuyor?

Çalışma süreleri esir etti onları. Evlerindeki konforu bile kullanamıyorlar. 10-12 saatlik çalışma süreleri ve haftada bir günlük izinleriyle ancak uyumaya ve banyo yapmaya vakitleri kalıyor. Varolan kültürlerini dahi kullanamıyorlar. Çünkü markalardan ibaret bir dünyaya hapsoldular. Bu çemberi kıramadıklarından depolitize olma, yalnızlaşma, yabancılaşma gibi sorunlar yaşıyorlar. İnsana ait duyguları köreliyor. Medyanın da bunda payı büyük tabi.

Bugün Türkiye özelinde temel çelişki İslamcı-laik çelişkisi mi, emek-sermaye çelişkisi mi?

Kuşkusuz, şu anda İslamcılık ve ırkçılığa bağlı cepheleşme, bence en büyük tehdit. İnsanların bu tehlikeyi algılamaması için medyatik yönlendirme yapılıyor tüm dünyada. Özgürleşme adına ayrımcılık yapılıyor. Temel hak ve özgürlükler üzerinde bile kavram kargaşası yaratılıyor. Böylece insanlar, inanca ve dogmaya yönlendiriliyor. Birey özgürleşmiyor ki. Evine kapanmış birey, medyanın kendisine yabancılaştırdığı birey özgür olabilir mi. Kimliği kalmamış birey özgür olabilir mi. İşçi sınıfı, sermaye için bir tehdit oluşturmuyor ki şu anda… Çünkü dünyada sınıf olayını bilinçlerden kazıyınca, caydırıcı güç ve örgütlülük kalmayınca, sermaye zaten istediğini yaptırabiliyor.

Laiklerin daha ziyade üst-orta sınıflardan, İslamcıların ise alt sınıflardan olduğuna dair bir söylem var. Laik-İslamcı çatışmasının sınıfsal bir karakteri var mı?

Göreceli olarak bundan bahsedebiliriz ama mesele aslında bu değil. Hızla gelişen İslami sermaye gerçeği var. İzmir’de, Kordon’da oturan insanlar bir anda sokaklara dökülüyorsa bunun sebebi, onların İslamcı yeni-zenginlere göre yoksullaşıyor oluşu. İyi kötü üretim ya da ihracat yapan adam bile, dinci sermaye karşısında geriliyor. Küresel sisteme entegre olan dinci sermaye büyüyor. Anadolu kaplanları krizde, üretici çöküyor. Ama ikinci cumhuriyetçilerin pazarladığı gibi Kemalistler üst sınıftı da, lobiydi de vs. bunların gerçekle alakası yok. Mitinglere en yoğun katılanlar Alevi’ler, kadınlar ve gençler. Çünkü tehdit altındalar. Azınlık, yaşam biçimini çoğunluğa dayatmaya çalışıyor. (BGHA)

“ŞU AN LİBERALLERDE SADECE ÖFKE VE ŞAŞKINLIK VAR”
Bazı liberal entelektüeller Cumhuriyet mitinglerindeki kitle üzerine sert yorumlar kaleme aldı. Mitinge katılanlar için darbeci ve milliyetçi denildi. Bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce darbecilik iddiaları gerçek dışı. 12 Mart’ta 12 Eylül’de hapse girenlere, işkenceden geçenlere bakın. Onlar yok. Bir kısmı yurtdışında, bir kısmına da hiçbir şey olmadı. Ama şimdi dudak büktükleri ne kadar isim varsa hepsi içerideydi, hepsi işkenceden geçti. Yani silindir gibi ezilen sol onlar değil. Onlar zaten hep toplumun marjinaliydiler. Kaymak tabakasıydılar. Ama maalesef medya o azınlığın elinde.

“Deri ceket içi straples giyilen bayrak, giyene asi ve erotik bir hava katıyor” ya da “Yalnız değilmişim Atam; dekolte tişörtümü beğendiniz mi?” tarzı yazılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Herkesin kendine göre fantezi yapma hakkı var. Eğer özgürlüğü savunuyorlarsa, özgürlüklerini tehdit altında gören o insanların kendilerini bayrakla süsleyip sokağa çıkma hakkını da savunmalılar. En azından bu insanların, din adına örtünmüş ama kendini göstermek için bunu renklendirmiş türbanlı kızdan daha doğal bir hali var. O insanlar zaten günlük hayatlarında güzelliğini sergiliyor, bedenini örtmüyor. Bedenini örtüp, sonra renklerle sergilemeye çalışan kızın durumu daha acıklı. Kesinlikle yargılamıyorum onları, bilakis çok da seviyorum. Çünkü genç insanlar ve yaşamak, güzelliklerini göstermek istiyorlar. Toplumsal baskı yüzünden öyle sokağa çıkabiliyorlar. Türbanlı kızın nasıl süslenmesi doğalsa, bayraklı kızın da süslenmesi o kadar doğal. Bunun hafife alınacak, dalga geçilecek yanını ben anlamıyorum. Şu an liberallerde sadece öfke ve şaşkınlık var.

(Bu haber RED Dergisi'nin Temmuz 2007 sayısında yayımlanmıştır)

Toplam Yorum: ...
captcha
Resimde gördüğünüz harfleri yukarıdaki alana giriniz