İşte bu bizim hikâyemiz…

Mustafa Kuleli
14 Şubat 2011, Pazartesi

14 Şubat 2011

Mustafa Kuleli

kuleli@evrensel.net

Televizyonculuk dünyanın en boktan işlerinden biridir. Bu sektörde çalışanların en az yarısı işlerini sevmezler. Ya geçim derdinden oradadırlar, ya yapabilecekleri başka bir iş yoktur…

Her gün karne alır televizyoncular. Saat 11 dedin mi reyting listeleri gelir, önceki gece kim ne yapmış anlaşılır. Hem de dakikalık aralıklarla ölçüldüğünden reyting, bir programın, dizinin ya da haber kuşağının hangi kısmının izlendiği (yani iyi olduğu), hangi kısmının izlenmediği (yani kötü olduğu) net bir şekilde izleyici tarafından belirlenir. İzlenmek tek amaçtır. İzlenmiyorsanız ideolojinizi yayamazsınız, reklam kuşaklarınızı satamazsınız, bu işin herhangi bir pozisyonunda daha fazla kalamazsınız.

Daimi bir rekabet halindedir, kanallar, programlar, ekran yüzleri. Her gün 3 tane gazete alabilirsiniz. Ama aynı anda üç kanal seyreden yoktur. Ya güzel kızla yakışıklı oğlanın dizisi ya haber programı. Ya dans yarışması ya siyasi tartışma. Biri diğerini ezer. Kumandanın bir tuşundan diğerine atlamak o kadar kolaydır ki.

Büyük bütçeler, iyi ses ve görüntüler, başarısı kanıtlanmış formatlar avantajlıdır elbette bu yarışta. Elinizde bunlar yoksa tek silahınız yaratıcılık... Çünkü güleryüzlülük bile çalınıp, profesyonelleştirilmiştir.

Sporcu haftada bir müsabakadan sonra, mimar çizdiği binanın ardından, öğrenci dönem sonunda değerlendirilir. Doktor, öğretmen, işçi karne almaz. Çoğu zaman da işleri değerlendirilmez. Ama televizyoncunun yaptığı şey göz önündedir. Herkes o işi konuşur. Üstelik elinde kumanda olan olmayan herkes tarafından eleştirilebilir…

Bir de bizimki gibi ‘küçük’ kanallar vardır. Bu kanallar reyting ölçümüne giremez. Neredeyse körleme, bir şeyler yapmaya çalışır. Yaptığı iyi işleri bile, ya duyuramadığından ya hangi gün ve saate koyacağını kestiremediğinden çoğu zaman heba eder. İzleyicileri beğendiklerini, beğenmediklerini açıkça söyleyip yardımcı olmuyorsa işler daha da zorlaşır.

Sonra bu kanallarda iş yapmanın başka güçlükleri de vardır. Konuk alınacak, ekrana çıkartılacak solcu, ‘bize yakın’ falan tipler “Bu seferlik beni affedin hastayım gelemeyeceğim” der, ertesi gün holdinglerin haber kanallarında arz-ı endam ederler.

Ayrıca kadro kısıtlıdır. İşi öğrenenleri elinde tutamazsın. Elinde kalanlarla da fark yaratamazsın. Ve tabii paran yoktur. Çoğu zaman da sadece bu yüzden holding medyasıyla aşık atamazsın.

Ama işte, kumandanın diğer tuşunda onlar hep vardır…