New York’ta Beş Minare peki Deccal nerede?

Mustafa Kuleli
14 Aralık 2010, Salı

8 Kasım 2010

Mustafa Kuleli

kuleli@evrensel.net

Mahsun Kırmızıgül yeni filmine basın gösterimi yapmadı ya, bu yüzden filmi sadece galaya katılabilen bir takım lifestyle yazarı değerlendirebildi henüz.
Elbette bu duruma razı gelemezdim. Cumartesi günü gazeteden çıkıp dosdoğru sinemaya gittim. Gittiğim sinemada 23:00, 23:30 ve 24:00 seanslarında oynuyordu film ve tüm seanslar doluydu. 380 kopya ile 820 salonda vizyona giren New York’ta Beş Minare, 11 milyon dolarlık bütçesini, gişe hâsılatı ile fazlasıyla amorti edecek herhalde.
Peki ne anlatmış Mahsun Kardeş?

Türk polisi radikal dinci bir örgütün lideri olan ‘Deccal’ kod adlı adamı aramaktadır tüm dünyada. Bu vatandaşın Amerika’da FBI tarafından yakalandığı bilgisi gelir. Onu teslim almak için teşkilatın en başarılı iki polisi Amerika’ya gönderilir. Heyhat, tam Türkiye’ye götürülecekken Hocaefendi kaçırılır...

Gerisini anlatıp da sürprizini kaçırmayayım ama tüm o aksiyon sahneleri arasında dokunulan meseleler; 11 Eylül sonrası Amerika’daki ‘İslam paranoyası’, terör ve İslam ilişkisi, kan davası, yakın dönem Türkiye’si ve laik rejim tartışmaları…

Evet, filmde bu meselelere dokunuluyor ama nasıl? Peşinen söyleyeyim çok kaba. Hiç incelmemiş, gözümüze gözümüze sokulan mesajlar var. Hem de bombardıman halinde. Ultra-didaktik bir üslup. Ve “Hey dostum, bütün Müslümanları terör yanlısı gösteremezsiniz” ya da “Adamım, Irak’a özgürlük için değil petrol için girdiniz değil mi?” gibi artık gına getirmiş klişeler.

Sonra, inandırıcılıktan uzak pek çok unsur var senaryoda. Mesela koskoca FBI, MİT ve INTERPOL bir polisin oyununa gelip yıllar boyu yanlış adamı arıyor ‘terörist başı’ diye. Ya da New York polisi, Hoca’yı elinden kaçırdığı gibi, adamı günler boyu bulamıyor da. Üstelik Hoca körfez kıyısında keyif yaparken ve hatta her gün karısıyla görüşürken…

Son olarak oyunculuklar hakkında bir-iki şey söylemek lazım. Mahsun Kırmızıgül ve Mustafa Sandal hariç tüm oyuncular tatmin edici performanslar sergiliyor. Haluk Bilginer’in canlandırdığı Hacı Gümüş karakterinin, evlenen kızı ve Bitlis’teki annesiyle karşılıklı sahneleri, bir anda senaryonun saçmalıklarını unutturup, gözleri dolduruyor. Bilginer ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösteriyor. Sırf onu izlemek için bile gidilebilir filme…

Velhasıl, Yönetmen Mahsun Kırmızıgül gerek filmin görüntülerinde, gerek müzikte, gerek dekorlarda işi iyi kotarmış. “Beyaz Melek” ve “Güneşi Gördüm”den sonra bu filmle çıtayı biraz daha yukarı taşımış. Ama yine de insan, keşke senaryoyu başkası yazsa da Kırmızıgül o özel sinema gözüyle sadece yönetmenlik yapsa demeden edemiyor…

N1: O çok tartışılan meseleyi atlamayalım: Haluk Bilginer’in canlandırdığı Hacı Gümüş karakteri, Fethullah Gülen olarak okunmaya müsait. Ama “Evet, o” diyemeyiz. Kırmızıgül, Kemalist kesimi üzmemek için bence kasten böyle yapmış. Ülkenin yüzde 20’sini kaybetmemiş böylece.

N2: Bu arada tamamen sendikalı ekiplerle çalışılan ilk Türk filmi olduklarını iddia ediyorlar. Ancak Türkiye’deki çalışanlar paralarını alamadıkları için davalık olmuş şirketle.