İsrail, Kürdistan ve savaşa alışmak

1 Eylül 2010, Çarşamba

İsrail, Kürdistan ve savaşa alışmak

07 Haziran 2010

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

“Sahne tamamen değişti... Artık güzel kızlar heyecanla uğurlamadan, yedek askerleri taşıyan trenler sessizce kalkıyor... Solgun gün ışığının soğuk havasını başka bir koronun sesleri dolduruyor -savaş alanlarının şahin ve sırtlanlarının boğuk çığlıkları… Garantili satılan nizami on bin çadır! Nakit ödendiğinde hemen teslim edilecek yüz ton domuz pastırması, kakao, yapay kahve! El bombaları, mermiler, sadece ciddi başvurular için savaş dullarına çöpçatanlar!.. Cesetleri çoktan çürümüş olan, hurra sesleriyle düşman toplarının önüne yurtseverce yem edilen askerler... Rezalet, utanç, kan, pislik -işte size burjuva toplumunun asıl yüzü...” (Rosa Luxemburg)

Rosa’nın bu sözlerini ilk okuduğumda savaşın ne demek olduğunu sarsılarak anlamıştım. Henüz liseye gidiyorum ve güneydoğuda süren savaş benim hayatıma değmiyordu daha. İzmir’de, 28 Şubat’ın rüzgârı devam ediyordu. Dünyamız, ‘memleketi İran’a çevirmek isteyenler’ ile ‘Atatürkçü, laik, batılılar’ arasındaki kavgadan ibaretti. 28 Şubat’çılar İzmir’e özel bir ilgi göstermiş, birileri evlerin posta kutularına mektuplar bırakmış, orta sınıf aileler bile genç kızlarını yurtdışına kaçırma planları yapar olmuştu.

Sonra 1999’da Öcalan Türkiye’ye getirildi ve ironik bir biçimde ‘Kürt sorunu’ ya da kimilerine göre ‘güneydoğu sorunu’, ‘terör sorunu’, ‘bölgesel azgelişmişlik sorunu’ en önemli gündem maddesi oldu. Yine de, memleketin batısında, neredeyse 20 yıldır devam eden savaş ve bunun getireceği toplumsal-psikolojik yıkım üzerine pek konuşulmuyordu. Hala da konuşulmuyor maalesef.

Düşünsenize, daha köyünden, mahallesinden çıkmamış 18-19 yaşındaki çocuklar cepheye sürüldü, itaat etmeye programlandı, ölme ve öldürme korkusunu yaşadı. Hatta bir kısmı öldüre öldüre öldürmeye alıştı, canileşti. Öldürdükleri Kürt yaşıtlarının -hatıra olsun diye- kulağını kesen manyaklara dönüştüler. Ve askerden döndüklerinde kendi yollarını çizecekleri bir hayatları olamadı…

Oğlunu, arkadaşını, sevgilisini askere gönderenler Kürtlere küfretti diğer yandan. Kürt düşmanlığı sinsi bir virüs gibi yayıldı. En yakın arkadaşlarımızdan, akrabalarımızdan basbayağı ırkçı sözler işitir olduk. Memleketin batısıyla doğusu duygusal olarak birbirinden koptu.

Bugünlerde, 25 yıldır devam eden bu çatışma yine şiddetlendi. Şimdi yine kör bir öfke esir alacak gündemi. Silahlar konuşurken bizler susmak zorunda kalacağız. En fazla konuşulması gereken zamanda üstelik. Tam da bu 25 yılın muhasebesini yapmamız gerekirken. Tam da savaş mağduru gençleri nasıl rehabilite edeceğimizi tartışmamız lazımken.

Hakikaten anlamıyorum: Dükkân önünde çay içerken İsrail ile savaş planları yapan, çavuşluğuna güvenerek “İran-Suriye-Rusya bizim yanımızda, ABD tarafsız kalır, İsrail’i 2 günde dümdüz ederiz” diyen amcaların savaşa alışkın bu ruh hali bir tek beni mi dehşete düşürüyor?

25 yılda öğrenmediği tüfek, bomba, uçak ismi kalmayan, komutanların rütbelerini ezbere bilen, yeri geldiğinde bir askeri stratejist ağzıyla konuşabilen bir toplumun (Kürtler dâhil) rehabilitasyonundan daha önemli ne olabilir ki?

Kürdistan - Türkistan kurulsa ya da eyalet sistemine geçilse, hatta Kürtlerin istediği gibi Öcalan serbest kalsa ne olacak? Militaristleşmiş, şiddete meyilli, itaatkâr, ruhen hastalıklı bir toplum ile mi gerçekleşecek idealler?

Böyle bir toplumda yaşamak istemeyenler, daha ne kadar susacaksınız?