Güzel havalar demokratlığı

1 Eylül 2010, Çarşamba

Güzel havalar demokratlığı

25 Ocak 2010

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

Cumartesi sabahı bembeyaz bir kente uyandık ve ben işe giderken Beşiktaş’ta her gün önünden geçtiğim mendilci teyzenin gerçekten ‘muhtaç’ olduğunu anladım.

Böyledir bu işler, eğer yeterli hayat tecrüben yoksa bu turnusol anları ancak bir şeyler gösterir sana. Hava sıfır derece, yerler karlı iken, profesyonel dilenci görmezsiniz mesela etrafta. Gerçekten muhtaç olan sokaktadır, sokakta kalmıştır…

Yürüdüm, devam ettim yola. İstanbul’a şöyle yüksekçe bir yerden bakınca, “kar bütün çirkinlikleri örtüyor” klişesi geldi dilimin ucuna. Bir de “zengine sefa, fakire cefa”. Tırstım klişelerin gücünden. Yabancılaştım kendime…

Ardından kartopu oynayan çocuklar gördüm. Okuyanları Cuma günü karne aldı. Ne şahane bir tatil başlangıcı! Yarıyıl tatili kardan adam eşliğinde başlıyor… Bu düşüncelerden kalan tebessüm de uzun sürmedi. Çocuklar hasta olmasın diye kollarından tutup eve sürükleyen anne babalar geldi... Haklılar. Bu ülkede hasta olmak nereden baksan çok para. Hem çocuğu, insanın canı değil mi?

Kar, işte böyle bir dolu şey düşündürttü bana. Bu beyaz örtü, insanın ruh halini değiştiriyor anlaşılan.

En çok da o yaşlı, mendilci teyze kaldı aklımda…

Hava güzelken herkes bir şeyler satabilir sokakta. Ama o soğukta, kar altında mendil satmaya çalışan mecburdur. Mecbur olduğu için oradadır. Başka yolu yoktur yaşamasının.

TEKEL işçileri, hükümetin dayattığı 4-c statüsünde çalışarak geçinebilecek olsa, 40 küsur gündür o çileyi çeker mi?

Sınıf hareketi yükseldiğinde mesela, toplumsal hareketler yükseldiğinde, herkes solcu olabilir. Kendi çıkarını işçi sınıfının çıkarında görebilir, davasını, işçi sınıfı davasıyla birleştirebilir. Ama ya sınıf örgütlü değilse, sendikalar zayıf, fraksiyonlar dağınıksa? O zaman da öyle kolay mıdır bu işler?

İşte o zaman, gerçekten başka yolu olmayanları görürsünüz. Kurtuluşun biricik yolunu görenler, başka çare olmadığını da bilirler. Mecburdur insan o zaman bir şeyler yapmaya. Ve yapar da. Sokakta, fabrikada, okulda karşılaşırsınız onlarla.

Sonra, demokrasiyi gerçekten isteyenler, ekmek gibi, su gibi ihtiyaç duyanlar, talep edenler ile duruma göre demokrat olanlar da bir değildir.

Şimdi herkes demokrat. Herkes ordu karşıtı. Herkes sivil. Bir turnusol kâğıdı lazım. “1980 darbesinden sonra ne yaptın?” diye sorulmalı mesela insanlara.

“1974 affıyla anarşistler sokağa salıverilmiş. 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmış(…) İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir (…) 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların, Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.”

Böyle yazmış mesela 10 Ekim 1980’de Nazlı Ilıcak…

O zaman demokrat olmayanların, şimdi savundukları üzerinden, iki yüzlülük suçlaması yapmayacağım. Ama "12 Eylül bir darbe değildir diyen Orgeneral Kenan Evren'e tamamıyla katılıyoruz" diye yazan biri de, âleme demokratlık dersi vermeye kalkarken azıcık utansın istiyorum...

Bir de bunu Uğur Mumcu’yu anmak için yayınlanan Siyaset Meydanı programında yapıyor… Vallahi pes!

Bu ülkede, tek yolu, tek çaresi olanlar, başka türlü yaşaması mümkün olmayanlar, kar altında ayakta ya da kar üstünde yatıyor…