Levent Kırca ‘çıldırdığında’ oradaydım

31 Ağustos 2010, Salı

Levent Kırca ‘çıldırdığında’ oradaydım

12 Ekim 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

Tesadüf işte… Ben de o akşam Beşiktaş’ta yemek yiyordum sevdiğim insanla. Levent Kırca geldi. Gülümseyerek selamladı etraftakileri. Garsonlarla muhabbet etti, şakalaştı. Sonra oturdu masasına. Herkes gibi o da bir şeyler yemek, sohbet etmek, güzel bir gece geçirmek niyetindeydi. Derken magazinci arkadaşlar geldi yanına ve bir süre kaldılar. Israrla konuşmak istediler, sorular sordular. Ardı ardına flaşlar patladı. Ve Levent Kırca’nın sesi yükseldi. Sonrası arbede, itiş kakış, küfürler ve kavga…

Garsonlar magazincileri uzaklaştırdı. Tam sakinleşmişken ortalık aniden bir foto-muhabiri gelip, hızla iki-üç kare fotoğraf çekip, kayboldu ortalıktan. Sinirler yine gerildi.

Hemen ertesi gece, bu kez Beyoğlu’nda oyuncu Timuçin Esen magazincilerin tacizine uğradı. ‘Taciz’ diyorum, çünkü yapılan şey gazetecilik falan değil.

Tamam, magazinci arkadaşlar gerçekten çok zor şartlarda çalışıyorlar. Tamam, onların bazı ikiyüzlü editörleri “Haber bulmadan gelme!” diye onlara baskı yapıyor. Ama yine de yaptıkları bu “kendin pişir, kendin ye” tarzı gazeteciliğin savunulabilecek bir tarafı yok.

Yöntem şu: Magazinciler haber bulamadıklarında, haberi ‘yaratıyorlar’. Yani ortada hiçbir şey yokken, saldırgan bir üslupla, tekrar tekrar aynı soruları sorup, karşılarındakini bunaltıp, kendilerine laf söyletip buradan haber çıkartıyorlar.

Ve belki şaşıracaksınız ama bu “Bizden Kaçmaz” tarzı ucube magazincilik, ‘normal’ magazin programlarından daha çok tutuyor.

Çözüm de işte burada: Ne zaman millet bu tarz programları seyretmeyi bırakır, kanal yöneticileri de bunları yayından kaldırır.

Şimdi umudum, son olaylarla beraber bu “kendin pişir, kendin ye” magazinciliğine ilginin biraz olsun azalması.

Umarım tersi olmaz.

 

Banka kurmanın yanında, bankamatik kırmak nedir ki?

 

Medya yıllardır anti-kapitalist eylemleri görmezden geliyor. Gazete sayfaları, televizyon ekranları ‘aykırı’ görüşlere kapalı. Zaten biraz da bu yüzden, o genç insanlar “cam-çerçeve indiriyor”. Başka şeklide söz söylemelerine izin verilmediğinden... Şimdi iki üç sivri zekâlı köşeci, eylemcileri ‘ayıpladı’ diye, ‘kınadı’ diye kafaya takmayacağız elbette... Yalnız bu sefer bir farklılık yaşandı, siz de fark etmişsinizdir belki: Başbakan Erdoğan “Dışarıdaki protestolara kulak vermeliyiz” deyince, normalde eylemlerdeki sloganları bile duyurmayan TV kanalları, birden protestocuları ekrana çıkarmaya başladı. “Şimdi siz neye karşısınız tam olarak?” gibi yarı utangaç, yarı acemi sorular sordular. Eylemciler inceden inceye derslerini verince de, “Eee, süremizin sonuna geldik galiba” diye toparladılar. Olsun, bu da bir ilerleme. Belki bir şeyler kapmışlardır.

 

HAFTANIN AÇIKLAMASI:

 

“Elimizi taşın altına koyalım ve birlikte bu işi kaldıralım. ‘Akan kan durmasın, devam etsin’, olacak şey değil. ‘Benim oğlum gitti, herkesin oğlu gitsin’... Hayır, kimse böyle bir şey söylemiyor. Zaten gidenler hep Anadolu çocukları. Tuzu kuru olanların böyle bir derdi yok Türkiye’de. Onlar çok rahat. Bir çaresini buluyorlar, evlerine en yakın yerde sevgili çocuklarının askerlik yapmasını temin ediyorlar.”

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç