Sahillerden bildiriyorum

31 Ağustos 2010, Salı

Sahillerden bildiriyorum

10 Ağustos 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

İki hafta yazı yazmadım, belki bazılarınız fark etmişsinizdir. Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandı. Memleketine gitti, Ege tarafına… Şimdi İstanbul’a dönünce, uyum sorunlarını da aşmak üzere, bir tatil yazısı yazayım dedim. Haftaya yine medya, yine siyaset üzerinden devam ederiz. Ama şimdi, bu yaz kafama takılanları paylaşma zamanı.

 

1- Mayolar boy boy

Değil aslında. Mayolar tek boy. Herkeste aynı tip pehlivan mayosu! Sörfçüler için tasarlanmış bu uzun paçalı, diz hizası mayolar son yıllarda moda oldu. Kısa pantolonla denize girmek gibi bir şey. İtirazım dallı güllü oluşlarına değil. Saçma sapan renkleri de kabulüm. Ama arkadaş, bu kurumaz kumaştan uzun donlar çok anlamsız be yahu. Bir “konsept” olarak anlamsız. Bir de şu var: 10 sene önce hepimiz “slip” tabir edilen mayoları giyiyorduk, kimse de “Bir yerlerim açıkta kaldı galiba” ya da “Aman Allah mal meydanda” demiyordu. Kimse utanmıyordu, garipsemiyordu. Sonra bir şeyler oldu ve şort mayolara geçtik. Şorta daha yeni ısındık ki, bir baktık millet bu markalı uzun donlarla denize girmeye başladı… Bu gidiş, gidiş değil. Hakikaten muhafazakârlaşıyor mu acaba dünya?

 

2- Zakkum çiçekleri (Serdar’la alâkası yok)

İşbu her şemsiye altına en az bir uzun donlunun düştüğü sahillerimizde, yine aynı şemsiyenin altına en az bir de “Aşk” romanı düşüyor. Elif Şafak’ın bu çok-satar romanı bu yaz tam anlamıyla patladı. Okumayanı dövüyorlar. Adam yerine koymuyorlar. Toplumdan dışlanıyorsunuz. Plajlara uzaktan dahi baksanız pembe kapaklı bu kitabın adeta bir çiçek gibi patır patır açtığını görebilirsiniz. Çok-satar listemizin diğer sıralarında ise Amin Maalouf, Adam Fawer, Stephenie Meyer ve tabii ki hâlâ Ayşe Kulin var.

 

3- Teknoloji amacını aştı

Aslında böyle olacağı belliydi. Birçok icat gibi önce “Aman canım ne gerek var, yalnızca iş adamları kullanır” falan gibi laflar edildi, sonra her eve ve hatta sahillere bile girdi. Dizüstü bilgisayarlardan bahsediyorum. Şezlongda, kafeteryada, pansiyonda, arabada, bankta özetle her yerdeler. Bu yıl adeta bir patlama olmuş, bu teknolojik alet ucuzlamış, “geniş halk kesimleri”ne ulaşmış. İyi güzel de, kardeşim zaten bunlardan kaçıp sığınmadık mı biz bu sakin kasabalara, canım koylara, doğa ile iç içe kıyılara? Bir tür aşk-nefret ilişkisi mi var yoksa kentle, teknolojiyle, modern yaşamla aramızda?

Ayrıca hazır aşk demişken ve yazıyı da bağlarken son olarak bir de yaz aşklarına değineyim. Yazın şehirden kaçıp kendini bir kıyıya atan ve bu kıyıda gönlünü birilerine kaptıran kadın ve erkekleri buradan selamlamak istiyorum. Duygularınızı “yaz aşkı” diye damgalamalarına izin vermeyin. Bazı aşklar yazın başlar. Sevmeye devam edin. Aşkın mevsimi olsaydı meyvesi de olurdu. Yok, bu son cümle olmadı galiba. Yani demem o ki, hayat sevince güzel. Sevelim, sevilelim…