Okul denilen kurum ve hayatımıza dokunan öğretmenler

30 Ağustos 2010, Pazartesi

Okul denilen kurum ve hayatımıza dokunan öğretmenler

18 Mayıs 2009

Mustafa Kuleli

kuleli@evrensel.net

İnsan kendini adım adım kurar, kimliğini inşa eder. Çoğu zaman el yordamıyla olur bu. Ağabeyler, ablalar vardır bazen etrafta. Kitaplar okunur, filmler izlenir. İnsan belki de en çok ergenlikte, kendi üzerine düşünür. Ne olacağım? Nasıl büyük adam olacağım? Nasıl biriyim? Nasıl biri olmalıyım?

‘Diğerleri’ üzerine düşünerek de kurulur bir kimlik. Onlar gibi olmamak, farka sahip olmak ister insan.

Kendini ifadeye çalışmanın türlü yolları kullanılır. Kimsenin okumadığı şiirler yazmak en yaygın olanıdır bu yolların.

Giyim tarzı, dinlenilen müzik türü gibi konulara hiç girmiyorum…

Bir de ‘okul’ diye bir kurum vardır bu sancılı ve güzel dönemde. Hem bir sosyalleşme mekânıdır aslında okul; hem de kuralları belletmenin, otoritenin, renksizleştirmenin, resmi ideoloji dayatmasının bir aracıdır.

Milyonlarca genç insan sokaklarda başıboş dolaşıp da, anarşik, tecavüzcü, hırsız, eşcinsel, vatan haini, dinsiz ya da servet düşmanı mı olsun? Alalım, yontalım, vatana-millete hayırlı(!) evlat yapalım.

Ama tam da böyle işlemez işte bu kurum. İşlevini yüzde yüz yerine getiremez. Bazı öğretmenler vardır orada ve onlar mesela, bozarlar oyunu. Yüce devletin ve onun yüce ideolojisinin aygıtı olmazlar. Gündelik hayatın ‘taktik’leriyle direnirler.

Nâzım’dan bir şiir okur bir edebiyat öğretmeni. Coğrafyacı dünyanın geri kalanından da bahseder. Tarihçilerin işi zordur bu bağlamda ama onlardan da, sınırları zorlayanları çok gördüm, soruşturma ve sürgün pahasına. Tank-top-tüfek-asker çizdirmeyen resim öğretmenleri vardır. Bayrak çizdirmek değildir dertleri, mavi denizde beyaz kayık çizdirirler. Bedenci askeri disiplinle yürütmek istemeyebilir öğrencilerini. Fizikçi mesela Einstein’dan bahseder. Barış şarkıları öğretmek ister müzikçi, “Türk'üz, bütün başlardan üstün olan başlarız” yerine. Evrimi anlatır, cesur biyolojici. Analitik düşünmeyi öğretir matematikçi…

Öğrencinin saçını da sözünü de kesmez böyle öğretmenler. Kalbini, özgüvenini kırmaz. Karşısında ışıldayan gözlerle heyecanlanır, onlarla yaşar, hatta denilebilir ki hayatını onlara adar. Öğrencisine birey olduğunu hissettirir, adam yerine koyar, özel olduğunu kavratır. Yeteneklerini, eğilimlerini keşfetmekten keyif duyar, onları geliştirmesini sağlar.

Üstelik emeğinin karşılığı olmayan bir maaşa, müfettişlere, müfredata rağmen. Yılmadan. Yorulmadan…

Benim de böyle öğretmenlerim oldu. Şimdi birkaçının ismini versem, diğerlerine ayıp olur. Zaten herkes bilir; anca iki elin parmakları kadar öğretmen, gerçekten dokunabilmiştir hayatımıza.

Ama en azından şunu söyleyeyim; illa ki edebiyatçılar özeldir benim okul yaşamımda.

Geçen cuma, işte böyle bir edebiyat öğretmenim aradı, yıllar sonra. Hem çok duygulandım, hem de yapılmamış telefon görüşmeleri, gerçekleşmemiş ziyaretler nedeniyle utandım… İşte biraz da bunun için yazıldı bu yazı. Yoksa ne öğretmen çocuğu olmamla alakalı, ne öğretmenler günü yaklaştı.

Yalnızca, tüm öğretmenler için; başı önde, mahcup, saygı ve sevgi dolu, bir yazı…