‘Düşünülüp yazılmayan haberler’ ve ‘sokaktaki adam’

30 Ağustos 2010, Pazartesi

‘Düşünülüp yazılmayan haberler’ ve ‘sokaktaki adam’

11 Mayıs 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

“Tabi tabi, medya… Hep medya yüzünden...” Medya seçim sonuçlarını belirliyor, çocukları şiddete sevk ediyor, milleti magazinle aptallaştırıyor, her şeyi büyütüyor... Son 10 yılımız bu tartışmalarla geçti değil mi? Hedef tahtasında hep medya vardı. Ve bazen, hatta çoğu zaman, sahip olduğundan daha fazla güç atfedildi medyaya. Her şeyin sorumlusu gösterildi. Hâlbuki en nihayetinde bir üst yapı kurumu bu. Sebep değil, araçtır olsa olsa. Ama “olsun” dediler, “biz suçu medyaya atalım da…”

Elbet vardır medyanın da suçu, günahı. Aksini iddia etmiyorum. Bir de bu günahlarının hemen yanında sorunları, dertleri, arızaları, hastalıkları var ama. Bunları konuşmadan anlamak mümkün değil medya denen o koca yapıyı. Ben de işte, bugün, o sorunlardan ikisini paylaşmak istiyorum sizinle. Daha sonra diğer arızalarla devam etmek üzere…

‘O KONULARA GİRMEYELİM’

O döneme yetişemedim, eskiden ‘çöp haber’ diye bir şey varmış. Muhabirler bol bol haber yapar, o haberlerden bir kısmı gazetede ya da dergide kullanılır, bir kısmı da ‘çöpe’ atılırmış. Bir tür ‘seçmece’ durumu varmış yani. Kim karar veriyormuş peki hangi haberin çöpe gideceğine? Editör, yazı işleri müdürü gibi ‘kapıyı tutan’, içeriye neyin girip neyin girmeyeceğine karar veren ağabeyler, ablalar…

Yanlış anlaşılmasın, şimdi de var o ağabey ve ablalardan (çoğunlukla ağabey) ama artık çöpe giden haber pek olmuyor galiba. ‘Yapılıp basılmayan haberler’ döneminden, ‘düşünülüp yazılmayan haberler’ dönemine geçtik.

Artık gazeteci neyin gazeteye giremeyeceğini biliyor ve o konuya hiç girmiyor. Dolayısıyla haberler de çöpe gitmiyor.

‘Sen sus hiçbir şey söyleme, sen sus da gözlerin konuşsun” şarkısı misali, ‘sessiz sessiz sansürlenir gibi’ gazeteciler, ‘vay aman’. Patronun, editörün ve hatta Başbakan’ın ‘şunları yazmayın’ demesine gerek yok artık. Her gazeteci, gazetesinde hangi haberin çıkmayacağını gayet iyi biliyor. En idealist gazeteci bile, mesela yaptığı haberler ısrarla kullanılmayınca, o konudan vazgeçmek durumunda kalıyor.

Peki, bu sansür mü? Hayır, oto sansür ve bu çok daha tehlikeli.

SOKAKTAKİ HANGİ ADAM?

Değineceğim ikinci arıza ise daha ziyade televizyon haberciliği ile ilgili. “Sokaktaki adam ne düşünüyor?”, “Vatandaşa sorduk”, “Halk ne düşünüyor?” tarzı haber bantları görmüşsünüzdür mutlaka. Bu tarz haberlerde önce soruları soran arkadaş, sokakta konuşacağı kişileri seçiyor, sonra bir de üstüne haber kurgulanırken bazı kişiler haberin dışında bırakılıyor ya da söyledikleri kesiliyor.

İyi de gazeteci bu tercihleri neye göre yapıyor? ‘Sokaktaki adam’ denilen bu grup Türkiye’yi temsil ediyor mu?

Kullanmayı pek sevmiyorum ama ‘dezavantajlılar’ diye bir kategori var toplumda. Dini - cinsel - etnik azınlıklar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar giriyor bu gruba. İşte bu insanların pozitif görünürlüğüne hizmet etmiyor maalesef televizyon haberleri. Transseksüele travestiler, dini azınlığa Heybeliada Ruhban Okulu, başörtülüye başörtü problemi soruluyor anca. Çoğu zaman bunlar bile sorulmuyor ya, neyse. Hâlbuki her konu, herkese sorulmalı. Toplumdaki tüm ‘öteki’lere ve ‘dezavantajlılara’ söz hakkı verilmeli. Ancak böyle böyle toplumdaki gruplar, bireyler birbirini tanır, kaynaşır, ‘öteki’likler azalır.

Gazeteler için de uygulanabilir bir formül bu ayrıca. Bir haberde kullanılan haber kaynaklarını seçerken mesela, dikkat ediliyor mu çeşitliliğe? Beş tane uzman görüşü alınıyorsa bunların kaçı kadın oluyor? Köşe yazarları arasında kadınların, Kürtlerin temsil oranı nasıl? Bu sorulara verilen her yanıt bir tercihi yansıtıyor…

Velhasıl biraz klişe olacak ama gazetecilikte de “her seçim bir kaybediş, her tercih bir vazgeçiş” aslında...