Taksim ‘zaferi’ üzerine

30 Ağustos 2010, Pazartesi

Taksim ‘zaferi’ üzerine

04 Mayıs 2009

Meydanın boşalmasıyla geriye, çiçekleri anı diye koparılan çelenkler kaldı. (Fotoğraf: Gökhan Tan)

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

“Hayat ne garip”, “Kaderin cilvesi”, “Tarihin bilmemnesi” tadında bir yazıyla karşınızdayım bu hafta. Taksim Meydanı kısmen de olsa, Emniyet’in izin verdiği ‘makul’lükte de olsa açıldı ya; işte bu olay karmakarışık duygular yarattı herkeste.

En baştan söyleyeyim, fevkalade memnunum Taksim kapısının aralandığına. Önümüzdeki yıllar için özellikle. Amma velâkin Taksim ısrarcısı dostların 1 Mayıs tutumunu da eleştirdim geçen hafta ve şimdi, ‘Taksim’ci’ kampanyanın şerrinden korumaya çalışıyorum kendimi…

Taksim’e çıkıldıktan sonra, "Gördün müüü" ve hatta "Koduk muuu" tonlu bir dolu laf yedim... Bu da bana kapak olmalıydı. 1 Mayıs’ın ne olduğunu dost düşman görmüş, hakların ancak direnerek alınabileceği gösterilmişti. Taksim Meydanı özgürleştirilmiş, işçi sınıfı zafer kazanmıştı…

Kusura bakmasınlar ama duyan da, 100 bin emekçi Taksim’i zapt etti, Polis’le pazarlığa tenezzül etmeden tavrını koydu, direndi, meydanını geri aldı sanır. Bu meydanda taleplerini dile getirdi, sermaye sınıfına korku saldı zanneder.

Küçümsüyor muyum? Elbette hayır. Dalga geçmek? Ne haddime. Kıskançlık mı? Kimi, neden kıskanayım. Ama ‘zafer’ sarhoşluğundan da uyanmak gerek artık. Tüm emek mücadelesini 1 Mayıs’a, 1 Mayıs’ı da Taksim’e endekslemek gibi bir sorunumuz var. Bunun üzerine konuşmayacak mıyız?

Emniyetle uzlaşarak, makul sayıda temsilci ile kısa süreli, sembolik ve medyatik bir 1 Mayıs mı ‘devrimci’? Eğer öyleyse, Türkiye’nin 72 ayrı merkezinde ve “krizin yükünü reddetme” taleplerinin öne çıktığı kutlamalar ne? ‘Revizyonist’ mi?

Hakikaten merak ediyorum, fabrikalardan, işyerlerinden hatta diğer şehirlerden kalkıp Taksim’e gelen emekçilere, “Kusura bakmayın, polis 3 bin kişiye izin veriyor, siz burada bekleyip gaz yiyeceksiniz” deyip, alana giren sendika temsilcileri ve parti yöneticileri bu tabloda bir sorun görmüyor mu?

Taksim ‘zaferi’nin gürültüsü, “İşten atılan milyonlarca emekçiyi neden alanlara getiremiyoruz?” sorusunu boğacak mı?

DİSK ve KESK yönetiminin, “Türkiye’nin hiçbir yerinde kutlamalara katılınmayacak, tertip komitelerinde yer alınmayacak, Taksim’e gelinecek” diye şubelere gönderdiği yazıları konuşmayacak mıyız?

Peki ya Emniyet Müdürü “Hayır, yalnızca bin kişi girecek” diye diretseydi ne olacaktı? Sendika ve parti protokolü polisle mi çatışacaktı? “Gerekirse çatışırız!” Bilirim çatışırsınız da, mesele o değil ki.

1 Mayıs çalışmalarınızda mesela, ne dediniz emekçilere? “Cuma sabahı Taksim civarı bir yerlerde buluşalım, gerisi Allah kerim” mi dediniz? Afişlerde toplanma yeri, saati olarak ne yazıyordu? Kaç kişi bayram kutlamak üzere Taksim’e geldi? Yani diyorum ki, ne olacağı belli olmayan bir meydan üzerinden 1 Mayıs çalışması yapılabildi mi? Yapılabilir mi?

Tamam, bu yasak anlamsızdı. Tamam, Taksim talebi önemli ve umarım seneye 10 binlerce emekçi, hep beraber, taleplerimizle Taksim’de oluruz. Ama felek bu kez yüzümüze güldü diye de başarılı ya da doğru addetmeyelim kendimizi.

Kadıköy’de bayramını kutlayan DESA işçisi Emine Abla’ya, atv-Sabah grevcilerine, IBM emekçilerine, Tuzla tersane işçilerine ve diğerlerine de ayıp etmeyelim…

1 Mayıs geçti, ama bundan sonrası daha önemli. 1 Mayıs kutlamaları bu hafta boyunca her yerde konuşulacak. İş yerlerinde, sendikalarda, partilerde, odalarda, gazete sütunlarında tartışılacak. Bari bu sefer birbirimizi tüketmeyelim, yapıcı olalım.

Laf ‘sokma’, ‘çakma’, ‘geçirme’ geleneği yoktur solda…

Ve unutmayalım: En nihayetinde, milyonlarca çalışan içinde 400 bin sendikalının olduğu bir memleket burası. Üstelik bu memleketin sosyalist partileri (EMEP, ÖDP, TKP) 1999’da 550 bin oy alırken, bugün 200 bin oy alıyor…

Bir yerlerde hata olmalı.