Erkan Can: Belki iyiler çoğunluk ama hâkim olan kötüler

29 Aralık 2010, Çarşamba

Hayat Dergi-Kasım 2010

SÖYLEŞİ: MUSTAFA KULELİ

mkuleli@hayattv.net

Erkan Can’la Beşiktaş Kültür Merkezi’nin yan tarafındaki Beşiktaş Köftecisi’nde buluşuyoruz. Vaktimiz dar... Bir yandan köfte yiyip bir yandan konuşmak zorundayız. Zira birazdan oyunu başlayacak.
Bir yandan anlatıyor, bir yandan gelip geçenlerin selamını alıyor. Arada da “Sen ye yemeğini, aç kalma” diye uyarıyor beni.

Buluşmamız zor oldu.
Evet.

Çok koşturuyoruz. Nedir bu koşturma? Nereye koşuyoruz? Niye koşuyoruz?
Dünya işte be oğlum. Çağ, böyle oldu. Ya da, İstanbul böyle oldu.

Altın Portakal’a bakıyoruz üç tane filmin var, televizyona bakıyoruz dizin var, şimdi Beşiktaş Kültür Merkezi’nin yanındayız, burada oyunun var.

Hayat şartları zorluyor işte. Ekonomik durum zorluyor. Kapitalizme degman olduk yani.

Ne dedin hocam, anlayamadım? ‘Degman’ mı olduk?
Evet, degman. Esir olduk yani. Eller yukarı!

Bir oyuncu için bu insanî bir durum mu? Altından kalkılabilir bir şey mi?
Tüketiyor tabii. Yoruyor… Ama boşa koşturmuyoruz. Koşturduğumuz şey yine işimiz gücümüz… Her tarafa yetişmeye çalışıyoruz.

Oyuncu bu kadar çalışınca kendisini tüketmiyor mu? Nasıl kendini yeniden üretiyor?
E, tiyatro yapıyoruz işte oğlum. Tiyatro bizi şarj ediyor. Enerji veriyor. Diğer tarafta kaybettiklerimizi, burada kazanıyoruz… Bir de metropolde yaşıyoruz yani. Bir gürültü kirliliğinin içinde yürüyorsun. Bu beni çok darlandırıyor. Niye? Kulaklarım sakat çocukluğumdan beri. Biri ameliyatlı, yüzde 40 kayıp var. Bana bu sesler, bu uğultu çok kötü geliyor.

Gürültü deyince benim aklım başka yerlere gitti. Oyuncu, sanatçı, yazar-çizer, gazeteci camiasının da kendi içinde bir gürültüsü vardır ya. Hani Beyoğlu çevrelerinde dedikodu kazanları kaynatılır. E çok iş yapınca dedikodusu da çok oluyor. Rahatsız olmuyor musun bu ortamdan?

Yok be yahu, isteyen istediğini söylesin. Eğer çok derdi varsa, çok sıkıntılıysa benimle ilgili, gelsin konuşalım. Kimseye haksızlık etmek olmaz. Onlar bana etmeyecek, ben de kimseye etmemeye bakacağım. Nasıl engellenir ki laf-söz. Dövsek-sövsek bize yakışmaz.

Ama yakıştırılıyor galiba... Gelen rol teklifleri de hep “baba” rolleri. Racon kesenler, mafyatik tipler falan...
Evet, kabadayı rolleri oynuyoruz. Yapımcılara sormak lazım tabii. Biraz da Gemide filminden sonra böyle oldu. Hani Yeşilçam’da da öyledir ya, bir tip yapışır oyuncunun üzerine... Ama yavaş yavaş bunu değiştirme zamanı geldi gibi.

O gün çekimin olmasa bile sete gidiyormuşsun, neden? İnsanları mı gözlüyorsun?
Aynı zamanda öyle tabii. Yani radar, sonar hep açık gidiyorum zaten. Telsizimizi de kapatmıyoruz. Biz de her zaman öyledir. Sonra orası beni mutlu ediyor. Kamera nereden, ne çekiyor? Tekli mi, çiftli mi, genel plan mı, nasıl alıyor? Bunlara tekrar tekrar bakarak öğreniyorum.

Sette, mesela set işçileriyle sohbetlerin olur mu?
Olmaz olur mu? Benim sahnem olmadığı zaman, ben zaten sette hep onlarlayım.

Diyorlar ki; bir oyuncunun, bir sanatçının, bir set işçisiyle konuşacak ne mevzuu olabilir?
Set işçileriyle beraber olmaktan şeref duyarım. Onlar sinemanın emekçileri. Bir kere onlar sinemayı benden daha iyi biliyor. Bu işin ceremesini onlar çekiyor. Bir de onun üzerine hava civa yaparsan olmaz yani. Öyle yapan arkadaşlar herhalde genç arkadaşlar. Bazı şeyleri sindirmek, taşımak zordur. Düşe kalka onlar da anlayacaklardır bu işin öyle kolay olmadığını. Yolları uzun. Şöhreti taşımak zor bir de. Genç arkadaşlara tavsiyem, böyle yapmasınlar… Benim en nefret ettiğim şeydir. Yanımda yöremde biri öyle hava yapıyorsa çok fena fırça yer benden. O zaman kızarım işte.

Hocam, arada baya kızdığına dair şeyler duydum…
Rüzgârdır hepsi oğlum. Geçer.

Biraz sektörü de konuşalım istiyorum. Uzunca bir zaman, diziler sinema sektörünü öldürür mü diye tartışıldı. Dizi-sinema-tiyatro arasında nasıl bir ilişki var?

Bu üçgen birbirini destekler, bitirmez. Bak bizim tiyatromuza, her gece ‘full’ oynuyoruz. İnsanlar evlerinde koltuklarına çivili değil ki. İyi bir oyun, iyi bir film olursa gidiyorlar. Çünkü televizyonda da belli bir kirlilik var. Temizlik olacak elbette. Bu da bir süreç. Bu da yaşanmalı. Ama en nihayetinde televizyon sinemayı destekler. Çünkü televizyon, yeni-eski herkesin antrenman sahası. İşleyen demir ışıldar misali… Ayrıca yönetmenler, yapımcılar dizilere bakıp oyuncu seçebiliyor, bu da önemli. Yani hepsi birbirini besliyor.

Bir de hayat gailesi var…
E tabii, sinemada da öyle uçuk paralar yok. Adam evine ekmek götürecek. Yılda iki tane filmin parasıyla yaşayamaz ki. Televizyon, adamın işini yaparak para kazanmasını sağlıyor. Çalışma saatleri uzun, sigortası yok, sendikası yok, gelecek garantisi yok ama adam işini yapıp para kazanmak istiyor.

Bu televizyondaki kirlilik meselesini biraz açalım hocam. Neyi kastediyoruz tam olarak?
Bir sürü dizi var sonuçta. Hepsi ardı ardına geliyor. Bazıları üçüncü bölümde yayından kalkıyor. Bir karmaşa var.  Her dizi bir hikaye anlatıyor ve neticede ekranda çok hikaye oluyor. Süreler kısalırsa, dizilerin kalitesi de artacak. Seyirci de bunu zevkle izleyecek. Yazarlar, oyuncular, set işçileri çok zorluk çekiyorlar şimdi.

Sen dizi izliyor musun hocam?
Vakit yok ki. Bölük pörçük bakıyorum. Kim nerede oynamış diye. Baştan sona izlediğim bir dizi yok yani. Bir gezerim kanalları, artık ne denk gelirse. Filmlere bakarım, haber programlarına bakarım.

Burada, Beşiktaş Köftecisi’nden kalkıp BKM’nin kulisine geçiyoruz. BKM’de çalıştığını tahmin ettiğim genç bir kadın üzerinde Che Guevara’nın resmi olan bir kutu hediye ediyor Erkan Can’a. Kutunun içinden kızıl yıldızlı yara bantları çıkıyor. Can’ın arabasının üzerinde de Che’nin resmi varmış…

Hocam sende solculuk var galiba biraz…
E, severim solcuları.

Peki nasıl tanımlarsın solculuğu? Solcu var, solcu var. Senin kafandaki solcu imajı nasıl?
Marksizmi okumuştur ve ona göre yaşar. Etik davranır. İnsan haklarına saygılıdır. İyi niyetli, yapıcı ama haksızlara sonuna kadar karşı. Haksızlıkları eleştirebilen ama aynı zamanda özeleştirisini de verebilen… Öyleydi eskiden. Şimdi de öyle arkadaşlar var…

 

---------------------------------------------------------------------------


Toplumda hakikaten senin oynadığın gibi karakterler var mı? Yani bir yandan kabadayı, baba ama bir yandan da iyi kalpli…
Var, hem de çok. Bir sürü abimiz vardı öyle. Hala var. “Ulan vay be, ne adam” diye baktığım insanlar var hâlâ. Adam gibi adam. Oturup kalkması güzel, konuşması güzel, içmesi güzel…

Erkan Can da öyle bir adam mı olmak ister?
İyi anılmak isterim. Nasılsam oyumdur. Şimdi burada kendimizi anlatmayalım oğlum! (Gülüyor) Allah Allah!

---------------------------------------------------------------------------


Çoğunluk filminde Çoğunluk tarafından tartaklanan bir Erkan Can görüyoruz. Haklı olduğu halde, dayak yiyor…
Güç sahibi olanlar, bir anlamda çoğunluk oluyor. Ve iyi adamlar da var. O da taksici işte. Azınlığa kalıyor iyiler belki. Belki iyiler çoğunluk ama hakim olan kötüler. Azınlık olan çoğunluk daha hakim, çoğunluğa hükmediyorlar. Bilmiyoruz yani şimdi. Böyle bir durumu anlatıyor bu film.

---------------------------------------------------------------------------

 

ERKAN CAN KİMDİR?

Erkan Can 1 Ocak 1958'de Bursa'da doğdu. Tiyatro hayatına 1974 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu, Ahmet Vefif Paşa Sahnesi'ndeki tiyatro kurslarına giderek başladı. Demirbaş Endüstri Meslek Lisesi'nden mezun oldu. 1985 yılında İstanbul Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'ne girdi.

1992 yılında sevilen televizyon dizisi "Mahallenin Muhtarları"nda Temel karakteri ile televizyon dünyasına girdi. 1998 yılında "Gemide" adlı filmde başrol oynadı ve büyük bir hayran kitlesi oluştu. Aynı yıl 35. Antalya Film Şenliği'nde "En İyi Erkek Oyuncu" ödülü aldı. Aynı film ile 1999 yılında Ankara Film Festivali'nde ve Orhan Arıburnu Ödülleri'nde "En İyi Erkek Oyuncu" ödüllerini aldı.

2000 yılında "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" ve yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak ile Yılmaz Erdoğan'ın yaptığı "Vizontele" adlı sinema filmlerinde rol aldı. Ardından 2003 yılında "Yazı Tura" adlı filmde Firuz karakteriyle karşımıza çıktı. Ertesi yıl bu filmdeki oyunculuğu ile SİYAD Türk Sineması Ödülleri'nde "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülünü aldı.

2005'de "O Şimdi Mahkum" adlı filmde rol aldı. Aynı yıl "Pamuk Prenses II" adlı kısa filmde bir mafya babasını canlandırdı. 2006 yılında yönetmenliğini Özer Kızıltan'ın yaptığı "Takva" adlı filmde Muharrem adında bir tarikat mensubunu canlandırdı. Film gerek konusu gerek Erkan Can'ın üstün oyunculuğu ile büyük yankı uyandırdı. Erkan Can bu filmdeki üstün oyunculuk performansı ile Antalya Film Şenliği'nde ve SİYAD Türk Sineması Ödülleri'nde "En İyi Erkek Oyuncu" ödüllerini aldı.

Toplam Yorum: ...
captcha
Resimde gördüğünüz harfleri yukarıdaki alana giriniz