CHP'li miyim, barış karşıtı mıyım?

Mustafa Kuleli
29 Nisan 2013, Pazartesi

29 Mart 2013

MUSTAFA KULELİ

kuleli@evrensel.net

Son dönemin başarılı televizyon projelerinden İşler Güçler’de “Diyemedim ya laa” diye bir replik var. Ben bu hafta iki kez, içimden bu repliği söyledim işte. Hatta canım sıkıldı biraz. Başbakan Erdoğan’ın ayranla gündem değiştirme çabası bile neşelendirmedi beni…

Bilen bilir, stüdyodaki konuğa sorular sorarak “aslında ne olduğunu” anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız bir televizyon programı yapıyoruz. Bu hafta –alışık olmadığım biçimde- konuklarım bana soru yöneltti. Bir akil insan, barış geldiği için üzülüp üzülmediğimi, bir BDP milletvekiliyse CHP’li olup olmadığımı sordu.

Niyetlerinden şüphe duymuyorum, muhtemelen espri yaptılar, ben de yayında karşılık vermedim. “Barışa karşı değilim” demedim. Zül addederim. Hayatım boyunca yediğim Kürtçü damgasını (ki hiç gocunmadım) ve siyasi görüşümü anlatmaya girişmedim. Ama niye böyle oluyor diye de düşünmeden edemedim…

Öncelikle şunu hatırlamak lazım: Bizim işimiz soru sormak. Sadece, bu dönemde sorulması istenen, meşru, makul, mutedil soruları sormak değil. Her şeyi sormak.

Peki ben ne soruyorum da böyle tepkilere muhatap oluyorum? Vallahi herkesin aklına gelebilecek, basit şeyleri: Akil insanlara yönelik protestoları, başkanlık/barış denklemini, CHP ve MHP olmadan (ki memleketin yüzde 35’i eder) bu sürecin nasıl başarıya ulaşacağını, bu kesimlerin kaygılarının nasıl giderileceğini, AK Parti milletvekillerinin gerçekten barışçı mı oldukları yoksa seslerini çıkartamadıkları için mi öyle göründüklerini, tarafların ne karşılığında tutum değiştirdiğini falan soruyorum.

Sanki biz sormasak kimsenin aklına gelmeyecek. Hemen "Susun susun barış geliyor" diye bir geçiştirme. E vatandaş soruyor işte akillere. “Ne veriyoruz?” diyor. Akillerin yanıt hazır: Hiçbir şey vermiyoruz, provokatör müsün sen?!

Gazeteler desen başka bir âlem. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan “Kürt halkı, Türkiye’de kimliksiz ve statüsüz yaşayamayacak bir noktaya gelmiştir” diyor, ara ki manşetlerde bulasın. Öcalan serbest kalmadan silah bırakılmayacağını söylüyor, basın saklıyor.

Yahu neyi, kimden saklıyorsunuz? Ne cüretle vatandaşı aptal yerine koyuyorsunuz? Böyle kurnazlıklar ilerde daha büyük tepkiler doğurmayacak mı? Kalıcı barışa giden yolu, esas bu tavrınız tıkamayacak mı?..

Elbette barış gazeteciliği yapacağız, elbette barıştan yana olacağız. İşte bunun biricik yolu da işimizi düzgün yapmaktan geçiyor. Birilerinin sandığı gibi kendimizi sansürlemekten değil.

Velhâsıl-ı kelâm “süreç hassas”, “sorumlu davranmalıyız”, “duyarlılıklarımız olmalı” falan deyip, bizden de akil olmamızı beklemesin kimse. Haluk Şahin hocamızın dediği gibi, gazetecinin makbulü "akil" olanı değil "kıl" olanı, demokrasilerde.