Polis bülteni gazeteciliği

Mustafa Kuleli
17 Ekim 2011, Pazartesi

17 Ekim 2011

MUSTAFA KULELİ

kuleli@evrensel.net

Yeni bir gazetecilik türü peyda oldu diyorlar: Belge gazeteciliği. Emniyet ya da ‘özel yetkili’ savcılar bazı gazetelere, bazı belgeleri gönderiyor, onlar da yayınlıyor.

Bir fenalık var mı bu işte diye düşündüm; önceleri olağan buldum bir bakıma. Neticede araştırmacı gazetecilik yapıyorsan, bir şekilde bilgi ve belgelere ulaşman gerekir ve bunları da bit pazarından bulamazsın. Ama yok, buradaki mesele başka...

‘Hassas’ konulara giren gazeteci bazı güç odaklarını rahatsız eder; güç odaklarından bazıları ise gazeteciyi kullanmak-yönlendirmek ister. Araştırmacı gazeteciliğin doğasında bazen haber kaynaklarını kullanmak, bazen de haber kaynakları tarafından kullanılmak vardır.

Bu ilişkide gazeteci ile haber kaynakları arasında bir gerilim olurdu eskiden. Alttan alta bir denge gözetilir, bir güç savaşı yaşanır, bir gizli pazarlık sürer giderdi. İki tarafın da kozları olduğundan, sadece birinin diğerini kullanması pek mümkün olmazdı. Gazeteci belge ve bilgilerden hareketle haberini istediği gibi çerçeveler, farklı kaynakların bilgilerini karşılaştırarak gerçeğe daha da yaklaşmaya çalışırken, bilgi ve belgeleri adımlarını dikkatle, çekinerek atardı. Sadece tek bir güç odağının olmaması ve bu odaklar arasında süregiden iktidar mücadelesi gazeteciliğin de halkın haber alma hakkının da yararınaydı. Çünkü bu güçler birbirlerini zor durumda bırakacak bilgileri de servis ederdi.

Şimdi bitti bu iş. Artık yapılan ‘araştırmacı gazetecilik’ de değil, ‘belge gazeteciliği’ de. Emniyet ya da ‘özel yetkili’ler belge-bilgi değil, adeta ‘basın bülteni’ gönderiyor ve bunun gönderildiği gibi, gönderildiği kadar yayımlanmasını istiyor.

İlla isim vermek lazımsa ‘halkla ilişkiler gazeteciliği’ diyelim. Yok yok, o da olmaz. Çünkü şirketlerin gönderdiği o arsız halkla ilişkiler bültenleri bile aynen yayımlanmaz gazetelerde. Cümleler değişir, reklam kokan bölümler ayıklanır, metin kısaltılır. Bu olsa olsa ‘polis bülteni gazeteciliği’ olabilir. Ya da ‘psikolojik harp’ gazeteciliği...

Gazeteci camiası küçük, dedikodu bol. Herkes her şeyi, kimin ne halt yediğini biliyor. Polisten gelen bülten biraz kısaltılıp manşete alınınca nasıl azar yendiğini, yayımlanmayan kısmının ertesi gün başka bir habermiş gibi nasıl yayımlandığını, yeniden belge alabilmek için nasıl yalvarıldığını biliyor herkes. Yayın yönetmenlerinin önemsemediği o editörler, o sayfa sekreterleri, akşamları
Beyoğlu’ndaki birahanelerde bunları konuşuyor.

Örnek mi? Sadece son 3 günden, 3 manşet vereyim: ‘KCK’dan Kürtçe ifade tehdidi’, ‘İçerideki Kandil yerle bir’, ‘BDP’nin ipleri KCK’nın elinde’. Bu haberler yandaş gazetelerin hepsinde aynı günlerde, aynı içerikle, hatta aynı başlıklarla yer aldı.

Başka söze gerek var mı?