Ermenistan’dan iki hikâye getirdim

14 Aralık 2010, Salı

25 Ekim 2010

Mustafa Kuleli

kuleli@evrensel.net

Erivan’dan iki hikâye anlatacağım bu yazıda. İkisi de yaşanmıştır:
On gün önce Ermenistan’a gittik, Heinrich Böll Vakfı’nın düzenlediği ‘Ani Dialog’ toplantısı için. Türkiye ve Ermenistan’dan gazeteciler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve öğrencilerden oluşan renkli bir ekip idik. Türkiyeli gazeteciler arasında Mıgırdiç Margosyan, Özcan Yurdalan, Ahmet Şık, Ertuğrul Kürkçü, Dilek Kurban ve Sezin Öney de vardı. Ve vaktimizin çoğunu beraber geçirdik.

Yine beraberce Erivan’ın merkezindeki bit pazarını gezerken Özcan Ağabey Ermenistan hatıralarını anlatmaya başladı. Ermenistan Ermenilerinin çoğunlukla Türkiyelilere çok sıcak davrandığından bahsetti. Ve bit pazarında, tezgahları dolaşırken satıcılarla çat-pat Türkçe anlaşılabileceğini gösterdi bize.

Sonra başka başka tezgahlara yöneldik. Ben, tezgahların birinde, çok güzel bir fular gördüm. Üzerinde Lenin’in resmi olan bu fular, Kızıl Ekim’in 60. Yılı şerefine yapılmıştı ve Doğu Alman grafik sanatının çok şık bir örneğiydi.

Özcan Ağabey’den aldığım gazla hemen Türkçe muhabbete giriştim, ne kadar olduğunu sordum. Satıcı anlamadı. Ben bir iki kere daha sordum. Yine olmadı. Mecburen İngilizceye döndük. “10 bin Dram” dedi. İndirim istedim, 8 bine indi. İçimden, “Ben bir tur atıp geleyim, biraz daha indirim yapar” dedim. Yok, olmaz, pahalı falan diyerek ayrıldım tezgahtan. Aklım fularda tabii…

15 dakika sonra aynı tezgaha dönüp adama “Sar şunu hadi 7 bine” muhabbeti yaptım. Satıcı ters ters yüzüme bakıp “10 bin!” dedi. “Yahu” dedim, “Hani 8 bine inmiştin az önce?” Bu sefer “Sana 10 bin” dedi. Anlamadım hiçbir şey, boş boş baktım yüzüne. Ve sonra, o can yakan sözler geldi:

“Sen az önce Türkçe konuştun değil mi? Ben Türklerden de Türkiye’den de nefret ediyorum. Başkalarına 8, sana 10 bin! İstemiyorsan alma!”

Aldım ve “Sağol” deyip uzaklaştım.

İKİ

Gecenin bir yarısı… Karnımız çok aç... Erivan sokaklarında açık bir dükkan arıyoruz. Tumanyan Caddesi’nde açık bir mekan, camında “Armenian Pizza” yazıyor. Giriyoruz içeriye, bildiğin lahmacuncu! Kendi aramızda Türkçe konuşurken, arkadan gür bir “Hoşgelmişsiiiz” duyuluyor. Karşımızda Sarkis Usta…

Bir yandan yiyor, bir yandan sohbet ediyoruz. İçten içe çekinsek de laf dönüp dolaşıp onun hikayesine geliyor. Adı Sarkis Girboyan. Ailesi Gaziantepli. 1915’te çoğu akrabasını kaybetmiş. Ninesi Vartuhi gibi ‘şanslı’ olan bazıları Fransızlar tarafından kurtarılmış, Suriye’ye veya Lübnan’a götürülmüş. Sarkis Usta da Türkçeyi ninesinden öğrenmiş. Sosyalizm döneminde Ermenistan’a göç etmişler. Ve Sarkis Usta 2001’de bu mekanı açmış.

Hoş sohbet, sıcakkanlı bir adam Sarkis. Gülüyor, şakalar, espriler yapıyor bizimle. Ama söz 1915’e gelince, duraksıyor. Konuşmak istemiyor. Güncel siyaset mevzuları açılınca, gülerek o çok sevdiği sözü söylüyor: “Sus ve ye!”

Yani aslında bizi kırmamak için çabalıyor. Üzülmeyelim diye bu konuları açtırmıyor. Ve vedalaşırken sıkı sıkı tutup ellerimizi “Yine gelin, hep gelin” diyor…