Son Yazılar
Mustafa Kuleli
29 Ekim 2012, Pazartesi

29 Ekim 2012

MUSTAFA KULELİ

kuleli@evrensel.net

Belki gözünüze ilişmiştir, anaakım medyadan 20 gazete, internet haber sitelerine savaş ilan etti.

“Gazetelerin içeriği sadece gazetelerindir” başlıklı bir bildiri yayınlayan bu büyük sermaye gazeteleri, internet sitelerini “korsan gazetecilik" yapmakla, “emek hırsızlığı”yla suçladı.

Tam olarak şöyle dediler:

Ürettiğimiz ve bütün hakları bize ait olan; haber, yorum, köşe yazısı, fotoğraf, karikatür, grafik, çizgi ve sayfa dizaynı gibi materyallerin hiçbir şekil ve hacimde kullanılmasına izin vermeyeceğiz...

Ne yalan söyleyeyim, ziyadesiyle acıklı geldi bana bu çıkış.

Her şeyden önce, kaynak göstererek alıntılama hırsızlık falan değildir. Zaten haber dediğimiz şey de, yayımlandıktan sonra artık kamu malıdır.

Kaldı ki, insanlar günümüzde gazeteleri haber için almıyor. Dün internette okuduğum, televizyonda izlediğim ve zaten haberdar olduğum şeyleri kâğıda bastın diye niye sana para vereyim?

Haberi ince ince işleyip, yorumlayıp, konuyla ilgili açıları, arkaplan bilgilerini, araştırmaları, analizleri özet halde bana sunabiliyor musun?

Benim buna ihtiyacım var, sende bunu yapacak mecal yok.

Hem görevini yapma, hem tiraj ve reklam kaybedince ağla, bir de üstüne hükümete internetçileri şikayet et. Bu kadar yüzsüzlüğe pes vallahi!

Bence daha komiği, bunların verimsiz iş modelleri ve kötü gazetecilikleriyle battıkça etikçi kesilmesi. Yahu allahaşkına ne etiği?

Bu gazeteler değil mi internetten aldıkları her türlü fotoğrafı, yurtdışı kaynaklı haberi tek kuruş ödemeden gazetesine dolduran? Bu gazeteciler değil mi kopyala-yapıştır için Wikipedi’ye, EkşiSözlük’e, Google Translate’e koşan? Havanız kime?

Ayrıca etiği, hukuku bu kadar önemsiyorsanız önce çalıştırdığınız gazetecilerin sendika ve sigorta hakkını tanıyın.

Haa, internet sitelerinin hiç mi suçu yok? Alıntılamanın suyunu çıkaran, sadece kopyala-yapıştır yöntemiyle varolan siteler yok mu? Elbette var. Ama emsal değiller, olmamalılar. Basılı gazetelerden bahsederken Şok gazetesini mi baz alıyoruz?

Haber sitesi içeriklerinin en fazla yüzde 20’si gazete haberleri. Peki ya gazete içerikleri? Ben söyleyeyim, hemen hemen aynısı. Gazeteler de internet içeriklerini aynı oranda kullanıyor. Dolayısıyla burada dert başka.

Gazeteler yıllar boyu kendi internet sitelerini, tiraja tehdit olarak görüp frenledi. Kafaya bakın! Yeni medyayı anlayıp, adapte olmak yerine ayak sürüdüler, değişime direndiler.

Şimdi, ‘okuyucu’ varsaydıkları kitle, internetle beraber artık kullanıcı, hatta yayıncı oldu. İşte bu onları mahvetti. Haberciliğin dar bir editoryal kadronun profesyonel işinden ziyade bir topluluk üretimine dönüştüğünü göremediler. Yaydıkları dezenformasyonun artık eskisi gibi etkili olmaması, ayrıcalıklı konumlarını kaybetmeleri, kanaat ve algıları kontrol edememeleri sonlarını getirdi.

Buna rağmen, “Ama ben kâğıda dokunmak istiyorum” diyenler var, peki onları n’apacağız?

Onlar da bizim kardeşimiz, üzülmesinler, gidenin ardından gözyaşı dökmesinler. Ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyor. Kâğıt icat olduktan sonra ”Yok taş iyiydi, ben taşı hissetmek istiyorum” diyenler de olmuştur muhtemelen. Sonuç değişti mi? Yok, değişmiyor.

Üstelik muhafazakârlık da bize hiç yakışmıyor....

Mustafa Kuleli
5 Ekim 2012, Cuma

5 Ekim 2012

MUSTAFA KULELİ

“Yeni Medya Düzeni Konferansı”nda konuşan Wikipedia’nın kurucusu Jimmy Wales, dünyada Wikipedia'nın adını duymayanların olmasının kendisini şaşırttığını söyledi. Çinlilerin çeviri için sitelerini kullandığını belirten Wales, "Bana yağda kızartılmış, baharatlı Wikipedia gönderdiler” dedi.

Doğuş Yayın Grubu’nun düzenlediği "Yeni Medya Düzeni Konferansı"nın ikincisi İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde başladı.

Konferasta açılış konuşmasını Doğuş Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen yaptı.

Erman Yerdelen, katılımcıları Arap Baharı’nda yeni medyanın rolünü ve WikiLeaks’in sarsılmaz sanılan rejimleri nasıl sarstığını tartışmaya davet etti.

Katılımcıları "büyük değişimin öncüleri" olarak niteleyen Doğuş Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Yerdelen’in ardından sahneye, 270 dilde 16 milyon maddesiyle insanlığın tüm bilgisini herkes için ulaşılabilir kılan Wikipedia’nın kurucusu Jimmy Wales çıktı.

Wiki’lerin farklı toplumlarda ve yönetimlerde algılanışıyla ilgili örnekler veren Wales, farklı ülkelerde popüler kültür, coğrafya, bilim ve cinsellik gibi alanlarla ilgili hangi oranlarda bilgi talep edildiğini de aktardı.

Koferansın açılışını Doğuş Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen yaptı.

Jimmy Wales ayrıca Türkçe Wikipedia’da maddelerin daha çok kişi tarafından düzenlenmesi ve madde kalitesinin-zenginliğinin arttırılması gerektiğini söyledi.

Wikipedia’nın aylık 420 milyon tekil ziyaretçisi olduğunu belirten Wales, en çok satan gazetelerin bile erişemeyeceği bu hacme, "sıradan insanların" yazdığı bir medyanın eriştiğine dikkat çekti.

'YAĞDA KIZARTILMIŞ, BAHARATLI WIKIPEDIA'
Jimmy Wales, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Çin’de Wikipedia olarak olmamız gereken büyüklükte değiliz. Yabancı hizmetlerin bloke edilmesi haksız bir rekabet de doğuruyor. Çin gibi birkaç benzer ülkede Wikipedia adını duymamış öğrencilerle karşılaştım. Bu doğrusu bana inanılmaz geliyor. Ancak Wikipedia Çin’de bugün daha tanınır hale geldi.

Bana yağda kızartılmış Wikipedia, baharatlı Wikipedia gönderildi. Aklımıza gelen tek şey şu oldu; olimpiyatlar sırasında restoranların birçoğu milyonlarca yabancı kişinin şehirlerine geleceğini bildikleri için menülerini İngilizce'ye çevirmek zorunda kalmışlardı. Tabii çeviri yapmak için Google’dan yararlandılar, Wikipedia’yı kullandılar. Orada gördükleri karşılıkları da olduğu gibi menülerine aktardılar.

Wikipedia tarafsızlık konusunda oldukça açık bir mesaj veriyor. Son derece nesnel ve tarafsız bilgi paylaşımını öngörüyor. İngilizce’deki versiyonu kadar Türkçe'de uzun girişler tabii ki görmüyorsunuzdur. Bu çok doğal, çünkü Türkiye'de daha çok desteklenmesi gerekiyor. İçeriği ve türü genellikle dünyanın genelinde örtüşüyor ve benzer bir yapı sergiliyor.

'BU ŞAKAYI ALMANYA'DA YAPMAZDIM'
Japonlar pop kültürüne ilişkin girişleri çok seviyor. Zaten Japonya ile ilgili bir şeyler biliyorsanız bu çok da şaşırtıcı bir bilgi değil. Almanca’ya baktığımızda coğrafya ile ilgili girişler oldukça popüler. Bu iyi bir şey değil mi? Tehditkar mı geliyor? Almanya’da bu şakayı yapmazdım, hâlâ bu konuda çok duyarlılar. İnsanlar yeni bir yasa önerildiği zaman bunun ne olduğuna ilişkin Wikipedia’ya başvurabiliyorlar. Medya her zaman bu alanlarda iyi bir iş çıkarmıyor.

Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk de konferansı izledi.

'420 MİLYON ZİYARETÇİMİZ VAR'
Wikia yeni bir fikir, insanların katkısına ve paylaşımına açık. Artık insanlar istediklerini yazabiliyorlar. Tabletler ve mobil internet beni gerçekten heyecanlandırıyor. Çünkü her yerden bilgi erişimi sağlanabiliyor. Wikipedia'nın aylık 420 milyon tekil ziyaretçisi var."

Jimmy Wales’in 40 dakikalık esprili sunumunun ardından soru-cevap bölümüne geçildi....

Mustafa Kuleli
21 Eylül 2012, Cuma

Eylül 2012

MUSTAFA KULELİ / TİROJ

“Bazen doğru soruyu sormak, doğru yanıtı bilmekten daha önemlidir” derler. Ayşegül Doğan’ın işi tam da bu. Haftanın üç günü, yorumcular Nuray Mert, Mithat Sancar ve Mehmet Altan’la yaptığı Gündem Müzakere programında çarpıcı sorular soruyor Ayşegül. Gelgelelim hep soru sorana da bir gün sorarlar, ‘Sen ne düşünüyorsun?’ diye. İşte o gün, bugün. Bu kez biz soruyoruz, o anlatıyor. Üstelik konumuz da Kürt meselesi. Yalnız onunla söyleşmenin bir zorluğu var: Konuşurken kendini alamayıp yine araya esaslı sorular sıkıştırıyor. Herkesin üzerine düşünmesi gereken sorular… Bunlara da ayrıca dikkatinizi çekmek istiyorum.

Nereye gidiyoruz?

Keşke çok iyi bir yere gittiğimizi söyleyebilseydim. Keşke Türkiye’deki bir tek gelişme bize bunu söyletebilseydi… Ne yazık ki, yaşananlar bunu göstermiyor. Roboskî katliamı, Şemdinli’de haftalardır süren çatışmalar, Antep saldırısı gibi olaylar bunu görmek için yeterli değil mi? Bugüne nasıl geldiğimize bakarak yaşananların sürpriz olmadığını düşünüyorum.

Peki nereye gittiğimize dair bir projeksiyonun yok mu?

Savaşın sürdürülemez hale geldiği apaçık ortada. Eskisi gibi devam edemez. Oslo’ya kadar varan bir müzakere sürecinden çok daha gerilere dönmek gerçekçi değil. Korkunç olan da bugün denenenin eskiden farkının olmaması ve bunda ısrar edilmesi. Yani Oslo’dan da geriye gidiş… 30 yıldır süren ve çok daha uzun bir tarihsel arka planı olan bir sorununun 3-5 yılda çözülmesini beklemek yalnızca iyi niyetli bir yaklaşım olabilir. Üstelik sorun artık hem çok aktörlü hem de çok boyutlu.

Zaman geçtikçe daha da karmaşık bir hal alacak. Çünkü bugüne kadar süren savaş olduğu gibi anlatılmadı ve kamuoyuna yansımaması için özel politikalar yürütüldü. Nitekim Suriye Kürdistanı’yla ilgili gelişmeler bunu bir kez daha teyit eder nitelikteydi. Gelinen nokta, bir açmaz olarak yorumlanıyor. Gelişmeler sığ analizlere hapsediliyor. Oysaki tam da böyle bir kavşakta, Öcalan’a giden yolları açmak veya Öcalan’la iletişimi mümkün kılmak bu karamsar ve kötümser tabloyu alt-üst edebilecek bir öneme sahip.

Öcalan’ın, avukatları ve BDP’lilerle kendi isteğiyle görüşmediği iddia ediliyor.

Evet öyle söyleniyor ama bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz. Varsayalım ki bu iddia gerçek. O halde bunu doğrudan Öcalan’dan duyabileceğimiz koşulları yaratmamakta neden ısrar ediliyor? Üstelik Adalet Bakanlığı’na bir sürü başvuru var. Yalnızca siyasetçiler değil senelerdir gitmek isteyen gazeteciler olduğunu da biliyoruz. Ailesiyle bile görüştürülmüyor.

Son bir yıla kadar Öcalan’ın açıklamalarından korkmayan devlet, şimdi neden bir şey söylemesini istemiyor?

Devletin bir yıl öncesine kadar Öcalan’ın açıklamalarından senin deyiminle korkmadığını ortaya koyan bir emare olmadığını düşünüyorum. Hâlâ görüşme notları dolayısıyla yargılanan ve bu nedenle tutukluluk halleri devam eden siyasetçiler, avukatlar, gazeteciler olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Madem Öcalan’ın görüşlerinden korkulmuyor o halde yıllardır neden hâlâ İmralı’da tutuluyor?

Peki ya Oslo süreci? O görüşmelerde çözüme çok yaklaşılmadı mı?

Oslo protokollerinin içeriğini bilmiyoruz. Oslo’da Kürtlerin tüm taleplerinin karşılandığı ve sorunun çözüldüğü söyleniyor. Yanıtlayamadığımız pek çok soru olmasına rağmen Oslo süreci, müzakereci çözüm anlayışının sorunların çözümünde bir yöntem olarak benimsenmesi açısından çok kıymetli. Zaten bu nedenle bir “milat” gibi ele alınıyor.

Bilemediklerimizin arttığı noktada, boşlukları doldurmaya, akıl yürütmeye çalışabiliriz. Senin tahminlerin yok mu? AK Parti-Cemaat-Hakan Fidan ekseninde ne oldu mesela?

Bunu sadece emniyet istihbaratı ve MİT arasındaki bir iktidar mücadelesi olarak görmek ya da sürecin durmasını Silvan’la açıklamaya çalışmak bana göre yetersiz. Uluslararası boyutu olan, çok aktörlü müzakerelerden söz ediliyor.

Zamana yayılmış bir Sri Lanka konseptinin devrede olabileceği söyleniyor. Hem masa, hem imha nasıl bir arada olabilir? Aynı devlet değil mi bu?

İstemediğimiz kadar çok spekülasyon var. İçte ve dışta, masayı istemeyenlerin Sri Lanka modelini öne çıkardığı iddia ediliyor, fakat masanın olmadığını da yaşananlar bize gösteriyor. Tarafların açıklamaları da bunu doğruluyor. Atlamamamız gereken şey, Kürtlerin artık eski Kürtler olmadığı gerçeği. Devletin Kürtlere biçtiği roller var ve bunun dışına çıkılması rahatsızlık yaratıyor. Ama artık o dönem Kürtler açısından kapandı. Böl-parçala-yönet siyaseti çöktü. Bunda ısrar etmek beyhude bir çaba olduğu gibi ancak daha büyük acılara neden olur.

Bu kadar spekülasyon sürece zarar vermiyor mu?

Spekülasyonlardan kurtulmanın tek yolu masaya dönülmesi. Farklı masalar da olabilir ama artık süreç şeffaf olmayan, gizli yürütülebilir bir süreç olmaktan çoktan çıktı.

Muhatap kim peki?

Devlet de Kürtler de sürece tüm aktörleriyle dâhil olmalı. BDP, PKK, Öcalan, sivil toplum… Ve tabii karşı taraf için de aynı şey geçerli.

Ya silah bırakma tartışması?

Kürtler silaha tapmıyor. Öncelikle bunu kabul etmek gerekiyor. Fakat bir başka tarihsel gerçek de şu ki, Kürtler ne zaman eline silah alsa o zaman bazı haklara erişimi mümkün olmuş. Bu yüzden silah bırakma söylemi Kürtler için çok rahatsız edici. İşte tam de bu nedenle silahların susturulması ve bırakılması apayrı bir şekilde ele alınmalı. Süreç aşamalarla yürümeli.

IRA örneği veriliyor sık sık…

IRA ve PKK‘yi birbiriyle kıyaslarken dikkat etmemiz gereken önemli noktalar var. PKK silahlı mücadeleye siyaset yapabilmek için başlıyor. IRA önce siyaset yapmaya çalışıyor, sonra silahlı mücadeleye başlıyor. IRA örneği yöntemsel açıdan Türkiye için esin kaynağı olabilir elbette. Önemli olan bu konudaki niyet beyanı, irade ve cesaretin ortaya çıkması. Çok zor değil. Dünyanın pek çok ülkesinden esinlenilebilir. Fakat hiçbir yerdeki çözümün burada tıpatıp uygulanabilir olduğunu da sanmıyorum.

Müzakereler basına sızdırıldıktan sonra, tüm o “devlet teröristle masaya oturmaz” söylemlerine rağmen, memleketin batısında kıyamet kopmadı. Türkler görüşmeleri olgunlukla karşıladı. Buradan barışa dair bir umut çıkmaz mı? Türk kamuoyu müzakerelere hazır olduğu mesajını vermedi mi?

İki taraf da hazır. Ben “Türk sorunu”nun olmadığını düşünüyorum. Kamuoyu hassasiyetleri olabilir. Bunun abartılmak ve kaşınmak istediği kadar gerçekçi olmadığını ve istenirse yönetilebileceğini hem Habur’da hem de Öcalan’a ev hapsi tartışmalarında görmedik mi? Bence yarın öbür gün Kürtler bu sistemin değişmesi için uğraşan tek güç olmayacak. Türklerin de bu mücadeleye katılması gerekecek. Evet, Kürtler Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir dinamo ama bu doğru okunmazsa kaybeden tüm Türkiye olur. Bunu fark edenlerin sayısı artıyor... İnsanlar sorguluyor…

Bu medyayla mı?

Bu medyayla sınırlı değiliz artık. Uludere olayında da bunu gördük. 12 saat gizlendi de ne oldu? Sonunda tüm Türkiye her şeyi duymadı mı? Ya Suriye’de düşen/düşürülen uçak meselesi? Ne kadar gizlenebildi? Günümüzde gerçekler dün olduğu gibi öyle kolay kolay gizlenemiyor. Bunun çeşitli nedenleri var. Türkiye medyasına baktığımızda bir sabah barışa, bir sabah inanılmaz bir savaşa uyanıyoruz. Bunun bir bütün olarak Türkiye toplumu açısından inandırıcılığı kalmadı. Anlayamadığım bir şey var. Masa kuruluyor, masa kaldırılıyor. Bu arada çatışmalar devam ediyor. İki taraf da sorunun masada çözüleceğinde hemfikir. Peki bu insanlar, taraflar pazarlıkta elini kuvvetlendirsin diye mi ölüyor? Masaya kuvvetlice oturmak için güç sınama, burun sürtmece sürecinden geçiyorsak, bunun için zaten yeterince insan öldü.

Barış sürecini baltaladığı söylenen Silvan tipi saldırılara baktığımız zaman PKK’nin kendi tabanında kontrol edemediği güçler olduğu sonucuna mı varıyoruz? Kim kontrol ediyor öyleyse?

PKK dünyanın en az 18 ülkesinde örgütlü önemli bir güç. Elbette kontrol edemediği unsurlar olabilir. Diyelim ki uluslararası güçlerin veya Suriye ile İran’ın desteğiyle kontrolsüz eylemler yapıldı, daha öncekileri nasıl açıklayacağız? Güçlükonak’ı, 33 er olayını? Ben nereye gittiğimize böyle sorularla bakıyorum.

Ama nereye gittiğimizi söylemiyorsun…

Barış çok uzak ya da çok yakın diyemiyorum çünkü barışın ne kadar zor olduğunu yalnızca okuyarak değil aynı zamanda acı bir şekilde tecrübe ederek de öğreniyoruz. Bu nedenle de tanımlamalar ve bakış açıları önemli. Bugünkü “Vaay Uludereliler askerleri taşıyor” atmosferi üzerinden yapılacak barış, gerçek bir barış da olmaz sorunu da çözmez. Ne oldu da daha düne kadar ‘kaçakçı’, ‘taşeron’, ‘terör yandaşı’ olarak adlandırılan insanlar iki ay içerisinde bu kadar iyi oldu? Bunu neden sorgulamıyoruz?

Belki de barışa hasret olduğumuzdan olumlu her resmin üzerine atlar olduk…

Nasıl bir barış istediğimizi ve süreçteki aktörleri tanımlamadan o projeksiyonda iyimser ya da kötümser olmak sahici değil.

Kürt hareketi çok gelişti, Kürt halkı artık çok daha politik ve üstelik uluslararası durum da Kürtlerin lehine. Türk devleti Kürtlerle, talepleri bakımından hangi noktada uzlaşmayı umuyor?

Devletin “Kürtleri tatmin, Türkleri ikna” diye bir formülünün olduğu konuşuluyor. Bu bile adil bir formülasyon değil. Niye iki tarafı da ikna ve tatmin üzerinden gitmiyoruz? Kürtlerin de ikna olması lazım. Kürtlerin tatmin olacağı sanılan şey seçmeli ders mi? Kürtler ‘bağımsız birleşik Kürdistan’dan bir arada yaşam projesine geçmiş bir toplum. Kürtlerin şu an istedikleri ‘bağımsız birleşik Kürdistan’dan daha büyük değil ki? Bu direnç niye?

Türklerin ve Kürtlerin hiçbir zaman birbirini boğazlayacak noktaya gelmeyeceğine inanan insanlar var. Sen nasıl bakıyorsun?

Maalesef hiçbir şey artık bu denli kati olmayabilir. Linç girişimlerine tanık olduk. Hatta bazıları basbayağı linçe dönüşmedi mi? Her şeyi sorgulayan bir kuşak var artık.

Her şeyi mi?

Evet, kendi hayatlarına değen her şeyi.

BDP’yi?

BDP’yi de. Zaten BDP’liler “Bizimle çözemezseniz, bizden sonraki kuşaklarla hiç çözemezsiniz” diyor.

BDP-PKK karşılaşması konuşuluyor bu günlerde. Artık BDP, PKK’yle mesafe konusunda daha mı açık, çekincesiz ve rahat davranacak?

BDP’nin bundan sonra nasıl davranacağını bilmiyorum. Fakat roller karıştırılmamalı. BDP, PKK’nin uzantısı değil. Yalnız o fotoğrafa bakınca aklıma şöyle bir soru ve kare düştü. O heyette yer alanlardan birinin yakını, kızı, oğlu veya kardeşi olsaydı yol kontrolü yapanlar arasında başka türlü davranma şansları olabilir miydi? Veya “mesafe” dediğimiz şey hangi ölçülere göre belirlenecekti?

Suriye meselesini konuşmadık. PKK son eylemleriyle, Türkiye Suriye Kürtlerine müdahale ederse doğu cephesinden nasıl bir yanıt alacağını mı göstermeye çalışıyor?

Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edebileceğini düşünmüyorum. Bir kere uluslararası toplum buna müsait görünmüyor... ABD artık nazik de olsa askeri müdahalelerle sorunların çözülemeyeceğini söylüyor mesela.

Türk devleti neden eskisi gibi “Hakkâri’ye misliyle karşılık vereceğiz” diyemiyor? Niye sessizlikle geçiştiriyor? İlginin Suriye’den Hakkâri’ye kaymaması için mi?

Söylemde bir değişiklik görmüyorum. Halen misliyle karşılık verme iştahı ve hevesi olduğunu yetkililerin açıklamalarında görüyoruz. Asıl soru, Hakkâri’de yaşananlara ilişkin neden kamuoyunun bilgilendirilmediği? Orada saklı tutulması gerektiğine inanılan gerçeğin ne olduğu?

AK Parti, Suriye ve PKK politikalarında MHP’yi yanına çekti. CHP ayrıksı. Bir CHP-BDP ittifakı mümkün olabilir mi?

CHP’nin hangi konularda ayrıksı durduğuna bakmak gerekmez mi? Henüz sorunu tanımlamaktan bile imtina eden bir siyasi partiyle BDP’nin ittifak yapabilmesi mümkün görünmüyor. Mevcut koşullarda ve bu CHP ile ittifak olmamalı.

“Olmamalı” bir istek belirtiyor…

Türkiye’deki Parlamenter sistemin tarihine baktığımızda da bunun mümkün olmadığını görüyoruz. Devlet ne zaman Kürtlere karşı bir konsepte karar verse, tüm partilerin bu konseptte uzlaştıklarını 94 sürecinde görmedik mi? Ayrıca CHP’nin Kürt meselesinde hangi politikası farklı? Ben Kürtlerin denenmiş, sınanmış yollar üzerinden artık gitmeyeceğini düşünüyorum. Kürtlerin bu saatten sonra CHP’yle ittifak yapmaya ihtiyacı yok ki… Zaten yeni bir CHP de yok.

(Fotoğraflar: Seda Öz)

 

'ANADOLU'DAN GÖRÜNÜM 3 AY OKULA GİTMEMİ ENGELLEDİ'

AK Parti’yle özgürlükler genişledi mi sence?

Son döneme bakalım: Hakkâri’yle ilgili yazılar yazanlar tehdit edildi. Gazetelere içerik ayarı verildi. Elbette 90’lardaki gibi değil, farklı bir biçimde yapılıyor şimdi her şey. Sokak ortasında insanlar öldürülmüyor belki ama insan ölümleri o yıllarda olduğu kadar çok. Özgürlüğümüzün en çok kısıtlandığı dönemde, sanki özgürlük alanlarımız genişliyor zannediyoruz. Oysaki Ak Parti iktidarının ilk dönemlerine kıyasla özgürlükler ve demokratikleşme açısından oldukça geriye gitmeye başladık.

Ya medya?

Geleneksel medyada değişen hiçbir şey yok. Artık Anadolu’dan Görünüm programı yok ama onun da post-modern halleri var.

Bütün haber bültenleri Anadolu’dan Görünüm mü oldu?

O bambaşka bir şeydi. O program benim 3 ay okula gitmemi engellemişti. Her gece Güçlükonak katliamına benzer görüntülerin üzerinde görüntüsü geçen bir babanın kızı olarak okula gitmek zordu tabii.


AYŞEGÜL DOĞAN KİMDİR?

1977’de Ankara’da doğdu. İlköğretim ve lise eğitiminin ardından yurt dışına gitmek zorunda kaldı. 1995-2000 yılları arasında sırasıyla Metz Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Paris Yüksek Gazetecilik Okulu’na devam etti. 1999’da Fransız Haber Ajansı-AFP’nin Ankara bürosunda staj yaptı. 1999-2001 yılları arasında Paris Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Ulusal Enstitüsü’nde Kürt Dili ve Edebiyatı kürsüsünde okutman, 2001’de Amerika’nın Sesi Kürtçe servisinde, 2002 yılında Radyo Ekin’de program yapımcısıydı. 2002-2003 yılları arasında Le Monde Diplomatique Türkçe’de çevirmen-gazeteci olarak çalıştı. Birçok belgeselin yapımında, uluslararası çalıştay ve konferansın düzenlenmesinde organizatörlük, çevirmenlik, iletişim ve siyaset danışmanlığı yaptı. Halen IMC TV’de Gündem Müzakere programını hazırlıyor ve sunuyor.

Mustafa Kuleli
23 Mart 2012, Cuma

Dijital aktivizm, yurttaş gazeteciliği, gayrimerkezileşme... Şimdilik bazılarımıza uzaydan gelmiş gibi görünen bu kavramlar, aslında hayatımıza çoktan girdi bile.

Arap Baharı’nın ilk günlerinde bir daha çıkmamak üzere kamuoyu gündemine yerleşen bu kavramlar, Wall Street’i işgal et eylemlerinde de en çok kullanılan sözcüklerdendi.

Peki, dünyanın önemli bir bölümü, müthiş bir altüst oluş yaşarken Türkiye’de tartışmalar ‘Tunus’ta, Mısır’da devrimi facebook yapmadı’ düzeyinde mi kalacak? Mümkün değil. Eskilerin tabiriyle, eşyanın doğasına aykırı.

Bu yüzden bu hafta ufuk açıcı olacağına inandığım bir sunumu buradan paylaşmak istiyorum.

Özgür Uçkan, Cumartesi günü Bilgi Üniversitesi’nde dijital aktivizm ve yurttaş medyası üzerine bir sunum yaptı. Erkan Saka, Ezgi Köksal, Simge Sezer, kuzumuhallebisi, sinanthropus, Burak Doğramacı gibi dinleyicileri de Twitter üzerinden #yurttasgazeteci etiketiiyle beraber dikkat çeken bölümleri paylaştılar. Benim gibi, sunumu izleyemeyen insanlar için harika bir kaynak yarattılar. E bana da yazılanları derlemek düştü. Buyurunuz:

 

2008 krizi çok köklü değişimlere yol açtı. Krizin ardından #WikiLeaks geldi, sonra da 2011’de Arap Baharı patladı.

Tunus ve Mısır halk isyanı. Libya onlardan farklı. Üçünde de internet çok güçlü bir şekilde kullanıldı.

Arap Baharı, Amerika’nın hiç işine gelmeyen halk hareketleriydi.

Uzun süre sonra, dünyada halkın kendisi de aktörlerden biri haline geldi. İnternetin bu süreçte çok etkisi var.

İnterneti internet yapan şey gayrimerkezi olmasıdır.

“Temporary Autonomous Zone” Geçici Otonom Bölge demek. Bir tür gerilla ağ şebekesi, tüneller yerine interneti kullanan bir tür Vietkong...

‘Büyük birader’ interneti denetim altına almak için ne yaparsa yapsın ‘küçük kardeş’lerin hep bir karşı hamlesi olacak.

70 yaşındaki annem, internetten dizi izliyor. Bazen arayıp, bu kapandı hangi tüneli kullanayım diyor.

Tunus’da işler kızışırken Wikileaks belgeleri okuma yazma bilmeyenler için karikatür haline getirilip çatılardan atıldı.

Friedrich Engels’in kitabından bir alıntı yapıyoruz. İngiltere İşçi Sınıfının Durumu Hakkında. -1845

2011 önemli bir yıldır. 1848 ve 1871 (halkların baharı) yıllarını hatırlatıyor.

İsyanlar çıkıyor ve doğrudan demokrasi talepleri artıyor.

Ulus-devletin yönettiği ve hükmetmek istediği toprak değil, nüfustur. Ulus-devlet insanlar hakkında bilgi edinmek ister.

 

Herkes İnternetin kendisi siyasetin inove edilmesinde çok etkin. Daha fazla şeffaflaşma gerekiyor. Doğrudan halkın müdahalesi mevcut.

akkında bilgi edinmek isterken, kendi hakkında bilgi akışını engellemek ister ulus-devlet.

İnternet üzerindeki bilgi sızıntıları ulus-devletin hiç hoşuna gitmiyor. Aynı şekilde büyük şirketler de bundan muzdarip.

Çok kısa bir süre içinde bildiğimiz anlamda medya sahipliğinin yok olacağını göreceğiz.

İnternet medyasını kontrol etmek, endüstriyel medyayı kontrol etmek kadar kolay değil.

Yeni medya düzeni artık ağ temelli ve açık, sınırsız, etkileşimli, gayrimerkezi...

Yeni medya düzeni ile politikanın ve ulus-devletlerin de değiştiklerini göreceğiz.

Mevcut iktidarlar olanları iktidardan düştüğünde anlayacak.

Veri gazeteciliği, bloglar, video paylaşım siteleri ve sosyal medya derken haber dağılımı sınırsız bir hal aldı.

Artık arkasında kameraman koşan eli mikrofonlu muhabirler yok. Cep telefonuyla video çekip sesini kaydedenler var.

Yurttaş medyası, dijital aktivizmin damarlarından biri. #yurttasgazeteciligine gerilla veya sokak gazeteciliği denilebilir.

Yurttaş gazeteciliğini baştan beri uygulayan Zapatistalar iyi bir örnek. Dijital aktivizmi de ilk kullananlardan...

İnternet gazeteciliği geleneksel gazeteciliğin çevirimiçi versiyonu değildir. Gazetenin kendisinden daha fazlasıdır.

Data gazeteciliği, infografikleri kullanarak sayfalar dolusu yazının yaratamayacağı bir etki yaratabiliyor.

Köksapsı medya diğer alternatif medyalardan farklıdır. Ele avuca gelmez, denetlenemez ve göçebe karakter geliştiriyor.

Köksapsı medya herhangi bir tehdit karşısında Apaçiler gibi köyü toplayıp başka bir yere yerleşebilir.

Demokrasi, vatandaşlık, barış gibi kavramlar artık insanlara yetmiyor, içi boş geliyor.

Spartaküs zamanında hızlı koşan haberciler, Ekim Devrimi’nde telgraf ve elle kopyalanan bildiriler, şimdi de internet!

Birkaç yıl sonra ‘dijital aktivizm’ kavramından dijital kısmını atacağız. Çünkü her tip aktivizm, dijitali de içerecek.

15 Mayıs’ta 60 bin kişi İstiklal’de #internetimedokunma dedi. Dünya tarihinin en büyük internet sansürü karşıtı eylemiydi.

İktidarlar denetimi meşrulaştırmak için ‘terörizm ve güvenlik” argümanlarını öne sürüp sansür uyguluyor.

Sansür iktidarda kimin olduğundan bağımsız bir devlet refleksidir.

Twitter’ın bölgesel sansür uygulayabileceğini açıklaması intiharıdır.

Blogger da Twitter benzeri bir sansür uygulamasına açık hale gelince blogger hesap sayısı yüzde 40 azaldı.

İletişimle sokağın birleşmesinden iktidarlar korkuyor ve böylelikle internetin kendisi de küresel bir sokak haline geliyor. İletişimle sokağın buluştuğu yerde yeni bir aktivizm türü doğuyor.

 ...

Mustafa Kuleli
12 Mart 2012, Pazartesi

12 Mart 2012

MUSTAFA KULELİ

kuleli@evrensel.net

İki senelik ömrünün kaldığı yazıldı diye esip gürledi Başbakan. Üstüne bir de gazetecilik dersi vermeye kalktı... Yerinde olsam gazeteciler üzerindeki baskıları kaldırır ve ülkenin önemli sorunlarını çözmüş bir başbakan olarak anılmayı dilerdim…

Kürt sorununun çözümü konusunda kimileri umutsuz. Bilakis, son derece umutlu olmalıyız bence. Türkiye’nin batısındaki insanların Kürtlerin siyasi statüye kavuşmasına razı olmayacağını iddia ediyorlar. Gerçekten öyle mi olacak acaba?

MİT-PKK görüşmelerini ele alalım. Ne oldu o görüşmelerde? Devlet PKK ile masaya oturdu. Müzakere yürüttü.

Yıllar boyu “Devlet teröristle pazarlık yapmaz” diye propaganda yapılıyordu. Hatta MHP lideri Bahçeli böyle görüşmeler yapıldığını dile getirdiğinde, Başbakan Erdoğan “İspatlayamayan şerefsizdir” buyurmuştu. Anlaşılan, memleketin batısından gelecek tepkiden korkuyordu. Öyle ki, görüşmeler basına sızdırıldığında, hükümet destekçisi medya organları olayı gizlemeye çalıştı. Mesela, 13 Eylül 2011 tarihli Sabah, Zaman, Yeni Şafak, Star, Bugün, Türkiye ve Akit gazetelerinin birinci sayfalarında PKK-MİT ses kayıtlarının haberi yoktu. Ama elbette görüşmeler duyuldu.

Başlarda iddia dendi, sonra bu toplantıların varlığı kabul edildi. Hatta Başbakan “Evet görüştük. Gerekirse yine görüşürüz. Hesap mı vereceğiz!” noktasına bile geldi.

Peki ne oldu? Yer yerinden mi oynadı? Memleketteki Türk yurttaşlar sokaklara mı döküldü? 10-15 sene öncesinin ‘terörle mücadeleci’ köşecileri hükümeti istifaya çağıran yazılar mı yazdı? Hayır. Hiçbir şey olmadı.

Türkiye toplumu, devletin PKK ile görüşmesini olgunlukla karşıladı. Çünkü bu halkın önemli bir bölümü devletin ‘terörle mücadele’ söylemine zaten inanmıyordu.

Ve evet, iki tarafın temsilcilerinin bir süredir müzakere halinde olduğu pek çok yurttaş için sır değildi.

Şimdi iki taraf da -sokakta, dağda, parlamentoda ya da özel yetkili savcılıklarda- masada elini güçlendireceğini düşündüğü hamleleri yapmaya çalışıyor. Çünkü nihai yer masa. Oraya oturuldu bir kere. Ve barış orada imzalanacak…

Başbakan etrafını saran dalkavukların “Aman efendim, basına sızarsa mahvoluruz” telkinlerinden, bakın nerelere geldi. Çıkıp aslanlar gibi(!) “Görüştük, görüşürüz” diye kükredi. Kendisi açısından fena mı oldu? Hem bir tabu daha yıkıldı, hem biraz daha güçlendi.

Şimdi aynı Başbakan, bir önceki krizinde MİT-PKK ses kayıtlarını yayımlayarak bu noktaya varılmasını sağlayan medya kuruluşlarına bağırıp çağırıyor. Bu kez başdanışmanının ve yakın akrabalarının yönetimindeki Sabah gazetesinin Stratfor’a sağladığı belgelerinin yayımlanmasına celalleniyor.

Başbakan artık, bunların beyhude çabalar olduğunu anlamalı. Ne diyorduk önceki yazılarda? Bu çağda herhangi bir şeyin gizli kalması artık mümkün değil. Kendisinin hastalığı da gizli kalmayacaktır.

Erdoğan’a naçizane tavsiyem, ‘Türkiye tarihinin en zalim Başbakanı’ olarak anılmamak için hızla adımlar atması yönünde.

Çünkü, artık hiçbir şeyin gizli kalmayacağı ne kadar kesinse, cezaevlerindeki tutsakların er ya da geç oralardan çıkartılacağı ve Kürtlerin eninde sonunda siyasi statüye kavuşacağı da o kadar kesin....