Son Yazılar
31 Ağustos 2010, Salı

Batasıca ahlâkları ve transfobi

01 Haziran 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

“Ankara polisi, güzelliği nedeniyle arkadaşlarının “Cindy” lakabını taktığı travesti İlyas Çağan'ı, bilgisayarının başında 43 kez bıçaklandıktan sonra boğazı kesilerek öldürülmüş halde buldu.” Haber böyle başlıyor... Artık alıştığımız, başlığına bakıp geçtiğimiz, üzerinde durmadığımız hatta durmak istemediğimiz cinste haberlerden biri…

Geçen hafta boyunca hem gazeteler hem televizyonlar detaylı bir şekilde aktardı bu olayı da. Vak’a 23 Mayıs 2009'da yaşanmıştı. 26 yaşındaki İlyas Çağan’ın web sitesini yapan kişi, katil zanlısı olarak gözaltına alınmıştı. Zanlının, kredi kartı borcu nedeniyle cinnet getirdiği iddia edilmişti, vs.vs…

Gelgelelim “sıradan” bir “üçüncü sayfa haberi” olarak bu haberi yayınlayan gazeteler, internet sitelerinde daha farklı davranmıştı.

Türkiye’nin en çok ziyaret edilen web sitesi hurriyet.com.tr, cinayet haberini maktulün “foto galeri”siyle vermeyi uygun görmüştü!

İnternet alemiyle biraz haşır neşir olanlar, bu “foto galeri”lerin okur çekmek, “tık almak” için erotik fotoğraf yayınlama işi olduğunu bilir. “Bilmem kimin frikiği”, “Rus turistler geldi, ortalık şenlendi”, “Ünlü mankenlerin iş kazaları” gibi başlıklar taşıyan bu galerilerin böylece cinayet haberlerinde de kullanılabileceğini görmüş, öğrenmiş olduk.

İlyas Çağan haberinde, gazetevatan.com ise bir adım ileri giderek "Cindy'nin çok özel kareleri" başlığını attı. Daha kötüsü Vatan’ın internet sitesinde bu “çok özel” fotoğraflara oy da verilebiliyordu. Yanlış okumadınız, her bir fotoğrafın altında “Bu Fotoğrafı Puanla” başlıklı bir buton vardı.

Evet, cinayete kurban gitmiş bir insan şu an hala oylatılıyor…

Hakikaten merak ediyorum, bu adamlar hiç mi düşünmez “O’nun da bir ailesi, arkadaşları var” diye? Tamam, çok tıklandılar. Artık google’da belki bir basamak yukarıda çıkacaklar. Hatta belki reklam gelirleri bile artabilir biraz ama onlar da böylece insanlığa bıçak saplamadılar mı?

Ve elbette çifte standart:

Ölen Cindy Çağla değil de bir kadın seks işçisi olsaydı, aynı şey yapılır mıydı? Daha önce yapıldı mı?

Ve bir de son söz… Ateşin düştüğü yerden… Son yıllarda artarak devam eden gey ve translara yönelik nefret cinayetlerine karşı, LGBTT Hakları Platformu’nun açıklamasıyla bitirelim yazıyı:

“Öldürülüyoruz!

Katlediliyoruz!

Alışmamız bekleniyor ancak alışmayacağız!

Alışmanız bekleniyor ama alışmanıza izin vermeyeceğiz.

Yıllardır talep ettiğimiz anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmadıkça, “nefret suçu” tanımı hukuk sisteminin bir parçası olmadıkça, Bakan’ından gazetecisine, nefret söylemini pompalamakta ısrar eden, buna tepki göstermeyen herkes Çağla’nın katillerinin suç ortağıdır.

Eşcinsel ve transseksüel cinayetleri politik cinayetlerdir, Katilleri biliyoruz!”...

31 Ağustos 2010, Salı

Elitlerin ruh hali

15 Haziran 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

Sıkışmış, kaygılı, yalnız ve öfkeli… Artık azınlıkta olduğunu düşünüyor, yenilmişlik psikolojisinde. Kaygı ve korkularında sonuna kadar samimi. Topluma uzak, güvenli alanlarından dışarı çıkmıyor. İyi eğitimli, iyi gelirli. Kendini cumhuriyetçi, laik değerlerin taşıyıcısı olarak görüyor…

Son dönemde yaşam tarzına müdahale edildiği düşünüyor ve muhafazakârlaşma konusunda hassas.

Atatürk’le ilgili herhangi bir anekdot, küçük bir resim karşısında gözleri doluyor; Cumhuriyet değerlerinin günden güne kaybedildiğini düşünüyor. Gelecekten kaygılı, korkuyor.

AK Parti’nin yükselişini devrimlerin başarısızlığı olarak görme eğiliminde; bu yüzden özgüveni kırılmış ve içe kapanmış…

Ama yine de İslâmi kesimlere karşı tahammülsüz ve sert: “Biz onlardan daha Müslüman'ız. Onların derdi din değil!”

Sonra, şöyle diyebiliyor mesela: “Başörtülü öğrencilerin eğitim görmesini iğrenç buluyorum... Başı sıkma, dapdaracık etek ya da korkunç bir yırtmaç. Sokakta görüyorum, boyfriend’iyle çok intimate bir şekilde. (Erkek arkadaşıyla çok yakın bir şekilde) Benim yapmadığım kadar intimate.”

Ya Kürtler? Kürt sorunu? Yanıt hazır: “Yabancı kışkırtması” ve “ekonomik nedenler”! Kürt arkadaşın var mı? “Yok.” Bu sorun nasıl çözülür? “Askeri yöntemler işe yaramaz.”

Duygularını itiraf etmekten de çekinmiyor üstelik: “Ben şey olarak da, Kürtleri çok sevmememin nedeni de hâlâ kabile hayatı yaşıyorlar!.. Ben ise daha bireysel, global bir vatandaşım!”

Ya da şöyle bir şey: "Türkiye'de Kürtler olmasa bizim hani kilit sistemlerimiz de durur herhalde. Hani genelde çöpçüler Kürttür, eve gelen temizlikçi Kürttür, şu Kürttür, bu Kürttür. Hani sistemler durur o yüzden."

Kürtler alt sınıf. O alt sınıfı koruyup kolluyor seçkinimiz aklı sıra… Bu kollanacak 'çocuk Kürtler', biraz tembel ama maalesef. Biraz da cahil... Hatta denebilir ki devletin sırtında yük. Yine de olsun, İslâmcı densizler gibi hadlerini bilmeyerek şehir merkezlerini işgal etmedikçe ve hatta yükselip geleneksel seçkinlerin konumunu tehdit etmedikçe sorun yok.

Bir de azınlıklar var tabi, ‘Lozan azınlıkları’ daha doğrusu… Onlar “bahçedeki çiçek” adeta! “Korumak lazım onları…”

Rumlarla, Ermenilerle sınıf arkadaşı olmakla, dost olmakla övünüyor, adeta bir prestij unsuru bu. ‘Hoşgörü’yle bakıyor onlara. Onlar, Türkiye'nin Batı'ya dönük modernleşmeci yüzünün bir parçası…

Ama mesela, devletin gayrimüslimlere reva gördüğü haksızlık ve ayırımcılıktan bihaber. Zannediyor ki ayırımcılığın kaynağı yalnızca toplum… Gayrimüslimlerin neden Türkiye’den gitmek zorunda kaldıklarıyla ve ayırımcılıkla yüzleşmiyor.

Ve üstelik Hrant Dink'in cenazesine katılanlara da tepkili: "Ya, niye hepimiz Ermeni olalım? Tamam, hepimizin kalbi onla, kalbi onun için çarpıyor, işte onun için üzgünüz falan deyin. Bir kere cenazesinde ne işiniz var? Her şeyi bırakın, Hrant Dink'i de bırakın. Kimin cenazesine gittin? O kadar bizim gazetecilerimiz öldürüldü zamanında neydi o şeyler neydi o ya, Hürriyet'te, Uğur Mumcular da bilmem neler de falan. Bütün o, hepimiz Uğur Mumcu'yuz niye demedin?"

* * *

Kısaca anlatmaya çalıştığım bu portre tanıdık gelmiştir herhalde…

Yukarıda tırnak içinde yazılmış sözler bir araştırmadan alındı. Hepsi gerçek ve bu sözleri söyleyenler, en iyi eğitimi almış, en yüksek gelire sahip yurttaşlar.

Araştırmayı yapan Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Füsun Üstün ve Doç. Dr. Birol Caymaz. "Seçkinler ve Sosyal Mesafe" adlı bu araştırmada, Türkiye’deki seçkinlerin Lozan azınlıkları, Kürtler ve İslami kesimlerle kurdukları ilişkinin biçimi ve mesafe boyutu ele alınıyor.

Araştırmayla seçkinlerin ayrımcılık ve ötekileştirme söylemi tespit ediliyor ve bu söylemin sosyal ve ekonomik statüyle ilişkisi inceleniyor.

Elbette bu araştırmanın, seçkinlerin genelini temsil etme gibi bir iddiası yok. Ayrıca bu 40 deneğin yekpare bir davranış ve algılama biçimi olduğunu da iddia edemeyiz. Ama yine de araştırma için yapılan mülakatlarda geçen o sözlerin gerçekliği; günlük hayatta da bunlara benzer sözleri duyuyor olmamız önemli.

İşte size, milli eğitimi hoşgörüsüzlük ve ötekileştirme üzerine kuran ırkçı, milliyetçi zihniyetinin sonucu. En eğitimli kesimlerin acıklı durumu…...

31 Ağustos 2010, Salı

İntihar etme, besleyelim!

29 Haziran 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

‘Darbeciler yargılansın’ talebini Sağır Sultan’dan sonra, Deniz Sultan’da nihayet duymuş olacak ki CHP bu talebi geçen hafta gündeme getiriverdi. Bunun hemen ardından darbeci Paşa, beni yargılamaya kalkarsanız intihar ederim haa, falan gibi bir şeyler söyledi, kendince meydan okudu.

Gerçi Kamer Genç, “Boşuna milleti umutlandırma. Edeceksen hemen bugün intihar et. Bekleme!” diyerek Paşa’nın havasını söndürdü ama olsun. Paşa yiğitliğine(!) leke sürdürmemek adına bir şeyler gevelemiş oldu işte…

Tabi onun gevelemelerinde ‘ulvi hakikatler’ bulan bazı köşecilerimiz de var. Ertuğrul Özkök mesela… Amiral gemisinin kaptanı, Hürriyet’teki kaptan köşkünde bir yazı yazdı bu konu üzerine. Dedi ki: “Yine aynı teraneler, aynı dolduruşa getirmeler tedavüle sokuluyor. Neymiş, 12 Eylül'ün hesabı sorulacakmış. Yani niyetleri Evren Paşa'yı bu yaşında hapse attırmak.”

Yuh, çüş, o-ha! Niyetimiz yaşlı adamcağızı hapse attırmakmış. Tövbe, vallahi tövbe. Yargılansın diyoruz; hapislerde çürütelim, gebertelim iti, işkence edelim, 1980’de yaptıkları gibi coca cola şişesi sokalım, elektrik verelim, bok içinde yüzdürelim demiyoruz. ABD destekli faşist cuntacı mıyız biz?

Özkök diyor ki; sokaklarda kan gövdeyi götürüyordu, her gün 15-20 kişi ölüyordu, darbe oldu huzur geldi...

Hakikaten öyleydi değil mi? Yalnız benim aklımda bir soru var: Neden bu Evren Paşa, yıllar sonra "Darbe yapmak için şartların olgunlaşmasını bekledik" dedi, Mehmet Ali Birand’ın sunduğu 12 Eylül belgeselinde? Neydi şartların olgunlaşması? Sokaklarda darbeyi meşrulaştırmaya yetecek kadar ölüm olmamasından neden rahatsız oldular? Daha çok ölüm isteyenler, bekleyenler mi memlekete ‘huzur’ getirdi?

Süleyman Demirel şöyle buyurmuş: "11 Eylül 1980 günü, sıkıyönetime rağmen ülkenin her yerinde oluk oluk kan akıyordu. Nasıl oldu da 24 saat sonra her tarafta silahlar sustu ve her yer sütliman oldu?" Cevabınız var mı ey cuntacı paşalar?

Bizdeki 1980 darbesiyle Arjantin, Yunanistan ve diğerlerinin darbeleri neden bu kadar birbirine benzer? Darbe olur olmaz ABD Başkanı Jimmy Carter'a "bizim çocuklar işi bitirdi" mesajının iletilmesini konuşmayacak mıyız?

Paşa, “1982 Anayasası'nı halkın oyuna sunduk. Yüzde 92 ile kabul edildi” diyor. Yani, çevirdikleri numaraları bilmesek neredeyse inanacağız yalanlarına.

İncecik oy zarflarına mavi renkli ‘Hayır’ oyu mu atacaktı insanlar? Hem de ‘mavi’ demek bile suçken. Anayasayı ‘tanıtmak’ serbest, tartışmak yasakken. Anayasa’ya ‘hayır’ oyu, cuntanın daha uzun süre başta kalması, 1983 genel seçimlerinin yapılmaması demekken.

Paşa, sen milleti dangalak mı belledin? Adama sormazlar mı “Madem bu kadar doğru idi her işin, niye anayasaya geçici 15. maddeyi koydun, kendini korumaya aldın?” diye.

Sonra, 24 Ocak ekonomik kararlarını unuttuk mu sanıyorsun? Dönemin İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin’in “Şimdiye kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” lafını hatırlatmayacak mıyız?

Sokaklarda estirdiğiniz terörü, memleketi koca bir kışlaya çevirmenizi, sessiz-sinmiş bir toplum yaratmanızı, CIA eğitimli profesyonel katil ve işkencecilerinizi, Mamak’ı, Metris’i, Diyarbakır Cezaevi’ni, 17 yaşındaki Erdal Eren’i ve nicelerini, “asmayalım da, besleyelim mi” iğrençliğinizi unuttuk mu sandınız?

Yok öyle şey! Ne 12 Eylül’ü unuturuz, ne cuntacıları, ne 12 Eylül rejimini!

Ha belki sizler yargılanırken, diğer ülkelerdeki cuntacılar ya da Ergenekoncu meslektaşlarınız gibi ‘unuttum’, ‘hafızamı kaybettim’, ‘bunadım’ falan dersiniz.

Biz bunamadık.

Hukuksuzluk, gericilik ve milliyetçiliğin; apolitikleşme, devlet terörü ve şiddetin sorumlularını yargılayacağız…...

31 Ağustos 2010, Salı

Şincan katliamı ne öğretti?

13 Temmuz 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

Çin’in Şincan özerk bölgesindeki etnik çatışma ve Çin devlet güçlerinin gerçekleştirdiği katliam, medya dünyamızın kodlarını bir kere daha gösterdi. Olaylar elbette üzücü ve siyasal anlamda söyleyecek çok şey var. Ama malûm, bizim işimiz medyayla. Dolayısıyla şimdi, birkaç başlık altında Şincan olaylarından çıkardıklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

 

1- Aaaa soykırım

 

Normal şartlarda ‘soykırım’ kavramını -herhangi bir bağlamda- ele almaktan kaçınan ve hatta ‘soykırım’ ve ‘Ermeni’ kelimelerini kullanması gerekiyorsa başına ille de bir ‘sözde’ sıfatı koymayı görev sayan medyamız, nedense Şincan’daki olayları hemen ‘soykırım’ olarak niteleyiverdi. Bu ‘soykırım’ denen insanlık suçu, failine ya da hedefine göre değişiyor mu acep?

 

2- Türkistan tamam ya Kürdistan?

 

Şincan ne? Özerk bölge. Diğer adı? Doğu Türkistan. E peki Kürdistan ne? O da özerk bölge. Peki, bizim medyamız ne diyor oraya? Kuzey Irak! Hatta Irak’ın kuzeyi(!) Peki, buna ne derler? İki yüzlülük. Etti mi size iki?

 

3-Akraba?

 

Uygurlar akrabamızmış. Bu vesileyle bunu da öğrendik. Ancak bu nasıl akrabalık-soydaşlık anlamadım ben. Bu zamana kadar hiç muhabbetimiz yoktu mesela... Tamam, diyelim ki Türkler Uzak Asya’dan geldi ve Anadolu’ya yerleşti. İyi de bizim o Türkler ile ne kadar alakamız kaldı ki? Bu güzel köprüde, bu mühim geçiş bölgesinde diğer milletlere karışmadık mı? Evinizde ayna yok mu? Bir kendinize bakın, bir Uygurlara yahu.

 

4- Çifte standart

 

“Türklere insan hakkı yok mu?” “Batı neden sessiz?” Geçen hafta hep bunları duyduk değil mi? Şimdi bu meselenin emperyalist çıkar hesaplarıyla ilgili siyasi boyutuna girmeden, ben bu ‘çifte standart’ feryatçısı arkadaşlara başka bir çifte standart örneği göstereyim: Yahu Türkiye’de Kürtlerin, Alevilerin, Lazların, Rumların hakları ihlal edilirken sesinizi çıkarttınız mı siz? Aynı evde yaşadığınız insanların hakkına, hukukuna tecavüz edip, başka ülkedeki tecavüzcülere kızmak size mi düştü? ‘İnsanlığınız’ sadece Türk ırkına mı?

 

5-Bilgi batıdan yükselir

 

Şincan olaylarının ilk 3 gününde Ortada sağlıklı bilgi yoktu. Telefon hatları kesikti, bölgeye ulaşmak imkânsızdı. Ama yine de gazeteler ve televizyon kanalları takır takır ‘haber’ yaptı değil mi? Nasıl oldu peki bu? Bu bilgiler nereden geldi? Söyleyelim, batılı kaynaklardan geldi. Bu; istihbarat örgütleriyle ilişkili ‘düşünce kuruluşu’ olur, ABD destekli sivil toplum örgütü olur, batılı bir TV ya da gazete olur… Buralardan o enformasyon kırıntıları geldi, bizimkiler de doğruluğunu kontrol etmeksizin ekrana verdi, sayfaya taşıdı. Hatta bunların bayrak tutanı (resimdeki) galiba bu sefer karizmayı da çizdirdi azcık. (Acaba bu olayda kasıt arasak mı?)

Velhasıl Şincan katliamı, bütün üzücü yanlarıyla beraber öğretici de oldu.

Medyamızın çifte standartçı alışkanlıklarını, getirdi işte böyle önümüze koyd u....

31 Ağustos 2010, Salı

Mahalle baskısına inanmıyorum ama bir güç var…

08 Haziran 2009

Mustafa Kuleli

mustafakuleli@evrensel.net

Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde yapılan “Radikalizm ve Aşırıcılık” araştırmasını duydunuz mu? 12 Nisan-3 Mayıs tarihleri arasında, 34 ilde 1715 denekle yüz yüze görüşülerek yapılan araştırmanın sonuçları epeyce bir gürültü kopardı. Cumhuriyet’inden Zaman’ına birçok gazete araştırmayı kendi meşrebince yorumladı. Hatta mesela Zaman gazetesi “Türkiye’de mahalle baskısı yok" diye manşet attı.

Ben ise Zaman’a göre biraz daha(!) kaygılıyım gidişattan. Zira araştırmadaki sorulara verilen yanıtlar, aslında uzunca bir zamandır pek çoğumuzun gözlemlediği toplumsal problemleri doğrular nitelikte.

Mesela hoşgörüyü ölçmek için sorulan soruda, denekler “istemem” dedikleri komşuları şöyle sıralamış:

“Tanrı’ya inanmayan” (yüzde 75), “İçki içen” (yüzde 72), “Nikâhsız yaşayan” (yüzde 67), “Hiçbir dine inanmayan” (yüzde 66), “Yahudi” (yüzde 64), “Hıristiyan” (yüzde 52), “Aşırı sağcı/solcu” (yüzde 48), “Amerikalı bir aile” (yüzde 43), “Kızları şort giyen aile” (yüzde 36), “Başka bir ırk veya renkten” (yüzde 26)

Ve tabi tehdit algıları… “Radikalizm ve Aşırıcılık” araştırması bir kere daha gösteriyor ki, “düşman”lar değişse de “tehdit altındayız” duygusu hiç değişmiyor. Bu araştırmada da yine Avrupa Birliği Türkiye’yi bölmek istiyor, yine Yahudiler tehdit, yine tüm dünya ülkeleri Türkiye’yi yıkmak için elbirliğiyle oyunlar oynuyor, planlar yapıyor... Sizce her an tehdit altında olduğuna inanan bir toplum değişimi ister mi?

70’lerin düşmanları komünizm, Yunanistan ve Sovyetler; bugünün düşmanları AB, Ermeniler, misyonerler… (arada bir de İslamcılar vardı)

Hep korkutuluyoruz. Çünkü bu ülkeyi yönetenler birbirimize ancak korku ile bağlanabileceğimizi düşünüyor. Farklılıklar sevilmiyor ve hatta Türkiye toplumu içindeki ötekiler de birbirinden nefret eder hale geliyor. Üstelik araştırmaya göre farklılıklara en hoşgörüsüz kesim 15-18 yaş grubu!

Durumumuzun o kadar da vahim olmadığını düşünenler için bir araştırma daha nakledeyim. Toplum Gönüllüleri, ‘Yaşayan Kütüphane’ projesi için ‘önyargı araştırması’ yapıyor, bakın gençler farklı kesimleri nasıl tanımlıyor:

Yahudi: Zengin, tüccar, dolandırıcı, para düşkünü, cimri

Ermeni: Hıristiyan, TC düşmanı, zengin, misyoner

Yunan: Türk düşmanı, yalaka Avrupalı, taklitçi, Kahpe Bizans

Alevi: Türküden başka bir şey bilmezler, Alevi olmayanlara kapalıdırlar, esmer ve kıllıdırlar, hizipçi, ahlaki değerleri düşük

Kürt: Terörist, sahtekâr, esmer, kaba, bölücü

Bu araştırma da Türkiye genelindeki 30 civarı üniversitede yapılmış…

Başka söze gerek var mı?...